Nemi hiç sevmem. Nem havayı ağırlaştırıyor hava ise vucuda basınç yapıyor. Basınç ise sinir bozar. Hele tehammül edilmeyecek duruma gelirse. Belki de bu nedenle son dönemde herkesin siniri bozuk. Çünkü 'Arap Baharı'nın yaşandığı Kuzey Afrika ve bu 'baharı' Türkiye'ye doğru üfleyen Körfez ülkeleri yani Suudi Arabistan ve Katar'dan gelen sıcak hava dalgası herkesi bunaltıyor. Arada bir kuzeyden esen serin rüzgarlar olmazsa  insanlar sıcak ve nemden kırılacak. Çünkü Türkler Körfez ve Kuzey Afrika ülke insanlarından farklı olarak bu kadar sıcak ve neme alışık değiller. Belki de bu nedenle son dönemin gelişmeleri hükümet dahil herkesi  şaşkına çevirmiş durumda. Çünkü nemli bir Ortadoğu bataklığında her türlü sivrisinekler barınır ama 'korunalım' diyenler  asla bu sineklerin ısırmasından ya da vızıltısından kurtulamazlar. Kurutma 'hedef ve ideali' ile bataklığa girenler ise bataklığa saplanmaktan asla kurtulamazlar.

Türkiye'nin son dönem hali işte böyle bir şey.

24 Aralık 2010'da Suriye ile Ankara'da ortak Bakanlar Kurulu toplantısı düzenleyerek tüm bölgeyi heyecanlandıran Türkiye'nin 20 ay sonra şimdiki tartışmalı hale geleceğini hiç kimse düşünemezdi.

Çünkü o zamanlar Irak, Suriye, Lübnan, Libya, Ürdün gibi ülkelerle stratejik işbirliği anlaşmaları imzalayan ve bu ve diğer bölge ülkeleriyle vizeleri kaldıran Ankara yalnızca coğrafyamızda değil tüm dünyada herkesin ilgisini çekiyordu. Türkiye inanılmaz prestij ve dolaysıyla siyasal, ekonomik ve psikolojik kazanımlar elde ediyordu.

O sıralar gittiğim tüm ülkelerde herkes yani sağcısı, solcusu, Sünnisi, Şiisi, Alevisi, Dürzisi, Hıristiyanı, Ermenisi, Kürt'ü, Acemi, Arap'ı, Süryanisi, Asurisi ve doğal olarak Türkmeni Türkiye ve özellikle  Başbakan Erdoğan'a karşı olan hayranlığını dile getiriyordu.
O zaman yazdığım tüm yazılarımda hep sürece dikkat çekip savunmuştum. Bu hayranlığın nedeni ise: Türkiye'nin kendi ulusal çıkarları ve bölgesel dostluklarını gözeterek kendi iradesiyle karar alması ve ABD, İsrail ve AB'ye kafa tutmasıdır.

Peki şimdi durum ne?

Başta ABD, İngiliz, Fransız olmak üzere bölge ve bazı Türk medyasının haber ve yorumlarına bakılırsa Türkiye artık Ortadoğu bataklığının tam ortasında. Türkiye'yi Suriye'ye bulaştıran ABD, AB  ve bölgesel müttefikler şimdi olup bitenleri uzaktan seyrediyor. Türkiye ise Suriye'deki iç savaşın bir tarafı olmuş, Suriye'den dolayı İran ile ilişkileri gerginleşmiş ve yine Suriye ve İran'dan dolayı Bağdat'taki Maliki hükümeti ile bozuşmuş. İş bununla ve bu kadarıyla kalsa yine çaresine bakılırdı.

Bu coğrafya tarihini bilenler bölge ülkelerinin hep birbirleriyle didişip durduğunu bilirler. Bunu yapmadıkları zamanda birileri okyanus ötesinden gelir onları didiştirir. Suriye'deki sorun kısa zamanda çözülmezse ne yazık ki Türkiye'nin  tüm bölge ilişkileri giderek kötüleşecektir. Kuzey Suriye'deki PYD yani PKK olayı bunun ilk provasıdır. Suriye sorununa kısa sürede çözüm bulunmaz ve bu ülkede iç savaş tırmanırsa yine etkilenecek belki de ilk ülke Türkiye olacaktır.

Çünkü İran bildik-bilmedik tüm olanaklarını kullanarak ve her yola başvurarak bölgedeki tek stratejik müttefiği Şam'a sonuna kadar sahip çıkacaktır. Yani oradaki iç savaşın bir tarafı olacaktır. Esad yönetiminin yıkılmasıyla kendisinin de zor durumda kalacağını çok iyi bilen Lübnan'daki Hizbullah ise benzer tavrı sergileyecektir. Suriye ve bölgedeki tüm Kürtler bu fırsatı değerlendirmek ve var olan durumdan kaçınılmaz olarak yararlanmak için tarihi hedeflerine doğru beklenen adımları atacaklardır. İsrail ise şimdiden her türlü sürprize hazır.

Özetlediğim bu tespitler en karmaşık denklemleriyle Türkiye'yi yakından ve direkt olarak etkileyecektir. İşte o zaman bu coğrafyanın tek demokratik, çağdaş, gelişmiş ve emperyalizme karşı ilk kurtuluş savaşını veren Türkiye'ye yazık olur. Çok üzülüyorum. Çünkü bu aralar tepemizde dolaşan kara bulutlardan nem kapıyorum!

(Akşam gazetesinden alınmıştır)