Babam Turancı idi. Aynı zamanda dikkatli bir Müslümandı. Beş vakit namazında, niyazındaydı. Ramazan aylarını, mutlaka hatim indirerek geçirirdi. Sebilür reşat-Ehl-i Sünnet-Türk Yurdu-Büyük Doğu-Orkun-Tanrı Dağı-Serdengeçti evimizin dergilerindendi. Çok otoriter bir babaydı. Cumartesi günleri babam eve bir Büyük Doğu dergisiyle dönerdi. O saatlerde ben, sokakta, arkadaşlarımla ya aşık, ya bilye, ya top oynardım. Emreden bir sesle beni eve çağırırdı. “Oku bakayım!” diyerek, bana Büyük Doğu mecmuasını uzatırdı. Necip Fazıl Kısakürek’in yazılarını yüksek sesle, ama hiçbir şey anlamadan, âdeta ağlamaklı bir sesle okurdum. Okuma işim bitti mi yeleğinin cebinden çıkarıp bana bir beş kuruş uzatırdı. O parayı alır sokağa fırlardım. Ben, on yaşımdan itibaren Necip Fazıl’ı, babamın zoruyla okumaya başladım. Lise yıllarımda, anlatılmaz ölçüler içinde onun tiryakisi oldum. Demek ki altmış beş yıldan beri Necip Fazıl okuyorum. Şiirimde ve nesrimde, çok bâriz bir şekilde onun ağırlığı var. Bundan, büyük bir sevinç duyuyorum ve babamı rahmetle anıyorum. Necip Fazıl bir dehâdır. Aynı zamanda aydınlık bir okuldur. Ben, Necip Fazıl’ın eserlerini, Hukuk Fakültesi diplomasına kırk defa tercih ederim. Benim neslimin Türk milliyetçileri üzerinde onun çok büyük emeği var.
BÂBIÂLİ isimli eserinde, kendisini çok güzel anlatıyor. O gençlik yıllarında, arkadaşları gibi kumarın, içkinin ve başıboş bir hayatın içindeydi. Edebiyatçılarımız ondan: “Bir mısraı, milletimize şeref kazandıracak şair!” diye yazıyorlardı. Ama Necip Fazıl, Abdülhakim Arvasî hazretlerinin himmetiyle, İslâmı tanıdıktan, İslamiyete bağlandıktan sonra, binbir türlü hücuma uğradı. Devrimbazlar, Ataistler, Ehl-i Sünnet vel Cemaat dünyasına düşman olanlar, köpüklü ağızlarla onun paçalarına saldırıp durdular.
Bugünlerde yine, ortalıkta dolaşan rezil bir iddia var. Güya Necip Fazıl, 1960 darbesinden sonra içeri alınınca, zindandan Cemal Gürsel’e bir mektup yazmış: “Beni affedin!” demiş. “Size söz veriyorum, çıktıktan sonra, bir daha siyâsetle uğraşmayacağım” diye yalvarmış!
1977 yılında Ankara Televizyonu, Onun BİR ADAM YARATMAK isimli oyununu yayınladı. Eser oynandıktan sonra, üstad televizyona dâvet edildi. Kendisiyle bir röportaj yapmak vazifesi bana verildi. Otuz dakikalık bir programdan sonra uzun bir sohbetimiz daha oldu. Kendisine, Cemal Gürsel’e yazdığı iddia edilen mektup mes’elesini de sordum. Bana dedi ki:
“Alçakça uydurulmuş bir yalan! Benim suçum yoktu ki Cemal Gürsel’den af dileyeyim! Nitekim Yassıada Mahkemelerinde suçlu bulunmadım. Ben, darağacı altında bile, öyle mektuplar yazacak adam değilim. Nerede o mektup? Eğer öyle bir mektubum olsaydı, malûm kişiler, onu, Sultanahmet Camiinin minarelerinden halka ilân ederlerdi. Yine bir it oğlu it, paçalarıma dalmak istemiş! Böylelerini çok gördüm! İt, itliğini göstermeden duramaz. Geç bir kalem!”