Araya o kadar çok – benim açımdan tabii- önemli gelişme girdi ki, Ayaş Belediye Başkanı Ali Karaağağaç’ın, medyada hak ettiği yeri bulmadığını sandığım eylemine ilişkin düşündüklerimi yazamadım. Oysa, üzerinde durulmalı, pek de doğru bulmadığım bir anlayışı/tavrı yansıttığı için mutlaka söz edilmeliydi başkanın eyleminden.

Başkan, CHP’li. Uzun zamandır, karşı olduğu bir projeyi engelleme şansı olmadığını düşündüğünden çareyi açlık grevi yapmakta bulmuş. Proje de, AKP hükümetinin Ayaş’ta, aslında önceleri A tipi çezaevi olarak yapılan tesisleri (tesis diyenler yetkililer. Cezaevine tesis demek aklıma gelmez benim) sonradan fikir değiştirip, mülteci kampı yapmak istemesi. Başkan buna itiraz ediyor, eğer bu kamp yapılırsa başlattığı açlık grevini sürdüreceğini duyuruyordu, medyadaki haberlere göre.

Başkan Karaağaç, tüm diğer politikacıların yaptığı gibi, oya daha kolay dönüşeceğini iyi bildiği bir başka proje üzerinde ısrar ediyor. O tesisler üniversite olmalı. İstediği bu. Buna hangi ayaşlı itiraz edebilir? Bırakın üniversiteyi, Ayaşlılar yararına  yapılacak bir çeşmeye de destek verebilir yöre sakinleri, eğer kendilerine, “mülteci kampı mı istersiniz, çeşme mi” diye sorulmuş olsa. Yani, başkanın bu eylemine de hayata geçirilmesini istediği projesine de halktan bir hayli destek var. Halk için büyük bir fedakarlıkmış gibi görünüyor başkanın yaptığı ama ortada ciddi bir insanlık suçu işlendiğini ne başkan düşünüyor ne de Ayaş halkı.

Toplumsal yarar ilkesi, en az kendisi kadar önemli başka ilkeleri sıfırlayabiliyor demek ki.. Örneği Ayaş’tadır. Popülizm öyle tehlikeli bir hastalıktır ki, insani olan hiç bir şeyi önemsemiyor. Bunun örneği de Ayaş’tadır.

Başkan, mültecilere karşı önyargılı bakışın tüm özelliklerini üzerinde taşıyor. Bu, “Ayaş’ın cezaeviyle, mülteci kampıyla anılmasın istemiyoruz” demesinden belli. Başkan için mülteci ile mahkum arasında bir fark yok anlaşılan.

Birileri başkana mülteciliğin tercih edilen bir statü olmadığını, mültecilerin, çeşitli nedenlerle, ait oldukları coğrafyalarda barınamayacak duruma geldiklerinde, büyük insanlık ailesine sığınma haklarının olduğunu, bu hakkın da yasalarca güvence altına alındığını hatırlatmalı.

Egemenlerin, gençliğe şirin görünmek için her boş alana üniversite konduruyor olmasından, -üniversitenin kurulduğu bölgeye sağladığı ekonomik avantajları da tabii ki düşünerek- nemalanmak isteyenlerden biri de işte bu Ayaş belediye başkanı.

Ülke şimdi bu durumdadır. Halk yararına denerek, rantın geleceği yerde insanlığın esamesi okunmuyor. Oysa, ekonomik açıdan, bir mülteci kampı da yöreyi, -ihya etmese de- bir hayli rahatlatır. Ancak Ayaş belediye başkanı, mülteciyi, arsız, uğursuz saydığından olsa gerek, ekonomik getirisi olsa bile olumsuz olacağına inandığı bir imaj kaygısı güdüyor. Kendi yarattığı, kafasında, nasıl bir  önyargıysa, oluşturduğu  mülteci tipine bu kadar inanmasa, yöresinin imajı açısından bir sorun yaşanmayacağını bilirdi diye düşünüyorum. Yöresini insan kardeşlerine açmak,  inandığını, -herhalde- iddia ettiği sosyal demokrat anlayışa da uygun düşerdi.

Paylaşma koşul gerektirmeyen bir insanlık tutumu. Ama Türkiye toplumunda paylaşımın mutlaka önkoşulları oluyor. Başka müslümanlarla daha kolay paylaşıyor gibi Türkiye toplumu. Bir kaç yıl önce Orta Anadolu’da bir kente Afganlıların yerleştirilmesine tepki gösterilmiş olsa da, genel olarak böyle.

Somali örneğinde olduğu gibi, başbakan dahil diğer popüler figürlerin eşliğinde “show” yanı ağır basan dayanışma örnekleri de sergileniyor. En iç acıtanı da, samimi duygularla yapılanları elbette ayırarak söylüyorum, Van depremindeki yardımlaşmanın “nankör bir coğrafya”ya insanlık öğretme dürtüsüyle yapılmış olması. Depremdeki yardımlaşmanın önkoşullarından biri de işte bu duyguyu yaşamaktı.

Mültecinin konukluğu uzun sürmez. Ayaş’taki mülteci kampı da bir konaklama yeri sadece. Başkan belki tek bir konuda haklı, kamp sakinleri de, cezaevi mahkumları kadar olmasa da özgürlüklerinden mahrum. Yapıp ettiklerinin emniyetçe bilinmesi gerekiyor, çalışıp, para kazanma hakları yok, başka bir çok hakları olmadığı gibi.

Kondukları kampta, haklarında verilecek kararı bekleyecekler. Bu süre içerisinde, -Ayaş ya da her nerede olacaklarsa oranın sakinlerinden- görmek istedikleri tek şey “kardeşlik”tir.

İmaj adlı çağın hastalığına tutulmamış olsa o belediye başkanı, “kalleşliğin” yaygın olduğu dünyada “kardeşliğin” ne olduğunu gösterme fırsatını kaçırmamış olur.

Tabii aklı kafasından firar edip, bir yerlerde “mülteci” olmadıysa.