Kaç gündür, işi gücü bıraktım, Sırrı Süreyya Önder meselesiyle uğraşıyorum. Demek ki, bundan sonra, böyle bir meselem olacak.

Niçin terörist cenazesine katılan Önder’i canlı yayında haşlamamışım, niçin ettiği hakaretlere “misliyle” cevap vermemişim?

Korkuyor muymuşum?

Bir “okurum”, artık beni okumayacağını, daha “yürekli” yazarları tercih edeceğini söylüyor. Pek öfkeli.

Buna benzer çok sayıda mesaj var.

Böyle söylediğine bakmayın, dayanamayacak, bu satırları okuyacak ve muhtemeldir ki yine öfkelenecek.

Beri gel güzel kardeşim, ben senin gibi düşünmek zorunda değilim.

Kafandaki düşüncelerin “sağlamasını” benim üzerimden yapma. Daha steril, daha omurgalı, daha delikanlı yazarlar vardır. Onları bul ve oku.

Fakat, bir şeyi de unutma:

Sırrı Süreyya Önder’le vaktiyle “ahbaplık” yapmış olmam, onun siyasi görüşlerini onayladığım anlamına gelmez.

BDP’yi onayladığım anlamına da gelmez.

PKK terörünü onayladığım anlamına hiç gelmez.

İlki “terör uygulayan”, ikincisi de “teröre mazeret üreten” bir yapıdır. Bitti.

Beğenmiyorsanız, oy vermezsiniz.

Ben beğenmiyorum ve oy vermedim. Oy vermeyi de düşünmüyorum.

Mahut yayında da söylemiştim:

Bir “terörist”, öldükten sonra artık terörist değildir. Ölü bir bedendir. Bir mevtadır. Bir cenazedir... Terörist de olsa, vatansever de olsa, İnsanların cenazeye karşı “yükümlülükleri” vardır. Bunu yerine getirmek dini, ahlaki, vicdani, insani (meşrebinize göre birini seçin) bir vecibedir.

Ben, bir yakınım ya da akrabam değilse, terörist cenazesine katılmak istemem.

Katılanı da kınamam, ayıplamam, “vatan haini” ilan etmem.

Kaç gündür, dilim döndüğünce bunları anlatmaya çalışıyorum... Ne vatan hainliğimi bıraktınız, ne PKK yandaşlığımı, ne KCK’severliğimi, ne korkaklığımı, ne pısırıklığımı, ne alçaklığımı...

Kabak tadı verdiniz artık.

Bu kadar eziyeti, hakkımda yüzlerce suç duyurusunun yapıldığı “28 Şubat sürecinde” bile yaşa- madım.

Kaldı ki, malum sürecin eli silahlı generallerinden korkmamışım, Sırrı Süreyya Önder’den mi korkacağım?

Bunlar, birtakım internet sitelerinin de “özendirmesiyle” durumdan vazife çıkarıp taciz ateşi yapanlar... İşi terbiyesizlik ve taciz sınırlarının ötesine taşıyıp tehdit edenleri saymıyorum bile...

Bir de, saygı çerçevesinde, herhangi bir suçlama yöneltmeden, terbiyesizleşmeden, sadece durumdan duydukları üzüntüyü bildirerek meram ifade edenler var.

İyi ki böyleleri var da, meydan “kifayetsiz öfkelilerin” çıkardığı kuru gürültüye kalmıyor.

Haklısınız kardeşim.

Sırrı Süreyya Önder’e “hak ettiği” cevabı vermedim.

Sizi temin ederim ki, basiretsizliğimden ya da beceriksizliğimden değil.

Korkaklığımdan hiç değil.

Birincisi, “imansız” sözünü duymadım. Arkadaşlarım da duymadı. Böyle bir söz sarf etmiş olduğunu, birkaç gün sonra, internet sitelerine düşen 9 dakikalık video görüntülerinden öğrendim. Böyleyse (ki, böyle), Sırrı ayıp etmiş, bühtan etmiş, terbiyesizlik etmiş.

İkincisi, söylediklerini (yani şarlamalarını) üzerime/üzerimize alınmadım... İnternet sitelerinde, hakkında çıkan “teröristin cenazesine gitti” şeklindeki haberlere kızdığını düşünüyordum. Hatta o sitelere yönelik “yavşak” şeklinde bir ifade kullandı. Turgay Güler buna müdahale etti, “Yav’la başlayan şak’la biten bu ifade hoş olmadı Sırrı Bey” gibilerden şeyler söyledi. Ben de, “hukukumuza” dayanarak (benim yayında olup olmadığımı sormuştu çünkü), kendimce “yatıştırıcı rol” üstlendim, hakkındaki suçlamaların tarafımızdan yöneltilmediğini anlatmaya çalıştım.

Üçüncüsü, hiddetle canlı yayına bağlanan Sırrı, şarlamalarını “Kalbinizi kırdıysam özür dilerim. Herkese saygılar, iyi geceler” sözleriyle bitirdi.

Ne yapmalıydık? “Hayır, sen terörist cenazesine katılmış bir şerefsizsin” mi demeliydik?

Dördüncüsü de şu olsun:

“Şerefsiz” bir Hürriyet gazetesi ve Fatih Altaylı zagonudur.

Kalbi vatan sevgisiyle gürp gürp atanlar, Hürriyet’i ve Fatih Bey’i okusunlar.

Bizim yakamızdan da düşsünler.