Hem de 183 yıl önce…halbuki bizler son 10 yıl gibi bir süredir yaygın olduğunu zannederiz değil mi?

O zaman ölüm yıldönümünde Robert Cornelius…amansız bir kimya, fotoğraf sanatı ve tekniği tutkunu. Ne çok şey borçluyuz ona…vazgeçilmez Instagram pozlarımızla…

İlk çıktığında ne kadar da banal bulunurdu selfie, özellikle eğitimli kesim arasında. Durup durup neden kendimi çekeyim ki? Çekiyoruz işte, hem hele de yanımızda sevdiğimiz, ihmal ettiğimiz babaannemiz, mutlu hallerimizle…

Sonra birden herkes için ve her an için normal oldu. Politikacılardan diğer ünlülere kadar bir selfie çektirme çabası…

O zaman buyurun 1830’lu yıllardan kalan ilk selfiyi çeken fotoğrafçı beyin hikayesi…ölüm yıl dönümü 10 Ağustos tarihinde.

Robert Cornelius fotoğrafçılık veya tasarım gibi güzel görsel sanatlar okumayan veya ilgisi olmayanlar tarafından hiç bilinmez ama özellikle sosyal medya araçlarını iyi kullanan, görselliği ön plana çıkaranlar için ne kadar da kıymetlidir aslında. Ama hiç birinin haberi yoktur.

Bunu daha iyi pozu vermenin, anı yakalamanın inceliklerine hakim olanlar iyi bilir. Bir de anı yaşayamamak…

Çağının ilerisinde kabul edilen bir fotoğraf sanatçısı ama ayrıca selfie dediğimiz ‘özçekim’ veya ‘görçek’ veya ‘bakçek’ diyemediğimiz türde resim çekme işinin de buluşçusu. Hem de ziyadesiyle ilkel şartlar altında, 3o yaşındayken. İnsanlık tarihinde bilinçli bir surette çekilen ilk selfie. En iyi anı yakalayabilmek ve kaymanın önüne geçebilmek için 10 ile 15 dakika boyunca kıpırtısız ve hareketsiz durmayı gerektiren bir poz. MR çektirmek gibi. Bu pozun devamında selfi çılgınlığı olmadı ama bir ay sonra aynı şey Paris’te denendi ve diğer şehirlerde de benzer şeylerin yaşandığını tahmin edebilirsiniz.

Başarılı fotoğrafçının ilk müşterileri zengin kesim oldu haliyle. Onlar daha önce ressamları işe alarak portre veya aile resimlerini yaptırıyorlardı. Fotoğraf çektirerek artık daha az parayla daha kısa zamanda netice almaya başladılar. Bu şekilde fotoğraf sanatı ve endüstrisi gelişti.

Bu ressamlar tarafından yapılan portreler ile makina yardımıyla çekilen portrelerin ortak özelliğini de buraya iliştirirsem portre galerileriyle ünlü Britanya müzelerini gezerken işinize yarayan bir şey sunmuş olurum belki.

Yani…portreler neden gülümsemez?

Oldukça eski bir gelenek gereği, portresini yaptırmak için bir ressamı işe almak ancak nüfuslu ve zengin aristokratlar ile hanedan mensuplarının yapabildiği bir şeydi. Onlar da ciddi olmak, toplumda beğenilmek, örnek olmak gibi ağır bir sorumlulukla bakarlardı portrelerini yapan ressamlara. Gülmek, diş göstermek bayağılığa, olgun olmamaya, gayri ahlakiliğe ve hatta sarhoşluk ve deliliğe işaret ederdi. Hele ki kadınlardan asla beklenmeyen bir duruştu. Çünkü ‘iffet’ de devreye girerdi.

Artık bizler çektiğimiz fotoğraflarda gülebildiğimize göre ilk gülen fotoğrafı da merak etmemek olmaz. Willy…18 yaşında Gallerli bir delikanlıdır ve aile bireyleri tarafından geleneksel poz vermeye karşı gelerek anlık çekimler yakalayabilen bir kadın fotoğrafçının elinden çıkmadır. Mary Dillwyn.

1990’lı yıllarda fotoğrafçılığın 150 yılı kutlanırken Robert Cornelius’un icadı anıldı ama 2000’li yıllarla beraber girilen kendini çekme imkanında da onun adı geçti.

Bir de led lambanın da mucididir, daha az enerji tüketimi ve daha az göz yoran gece ışığı ile…

Ruhuna bir mumla!