Hilalin Altında Kamilen Cami Olacaktır!… Ἁγία Σοφία, Sancta Sophia, Hagia Sophia, Ayasofya

1934 yılının Eylül ayında ‘The Times’ Dergisi Ayasofya’nın bezemelerinin temizleme ve arkeolojik kazı izninin Amerikan Bizans Enstitüsü tarafından yapılmakta olduğunu hatırlatarak ‘yapı ileride müze olması amaçlanıyor olabilir’ diye yazar. Yapının Hristiyanlık’a veya İslamiyet’e ait bir mabet olarak kullanılmaktansa müze olarak muhafaza edilmesinin önemine vurgu yapılır. Ayrıca yapının bir kısmı, müzeleştirme çalışmalarından önce Bizans sanatı eserlerinin yanında Ayasofya için vücuda getirilmiş bazı Osmanlı eserlerinin de sergilenmesi için tahsis de edilir.

Bu haberden 49 gün sonra Ayasofya için ‘hiçbir dine mensup olmama kararı’ alır Bakanlar Kurulu. Çünkü şehrin kalbindeki essiz yapıyı korumak ve en güzel şekilde işlevselleştirmek gerekirdi…evrensel ilkeler doğrultusunda, gelecek kuşaklara aktarabilme kaygısıyla…İnançlara ve değerlere saygı göstererek…İnsanlığın ortak mirası Ayasofya için kullanılması gereken ifadeler muhafaza, esirgemek ve gözü gibi bakmak.

Her şey de biraz şununla başladı gibi… İslam’ın nuru, Türklüğün gururu ve fethin simgesi. Acaba öyle mi?

Bugün Ayasofya’nın doğum günüdür ayrıca camiye çevrilmesinden sonraki kimbilir kaç Cuma günü geçti. Paylaşılamayan, bir çocuğun elinden diğer çocuğun kızgınlıkla ‘Benim!’ diye bağırarak çekip aldığı oyuncak gibi. ‘Kutsal Bilgelik’ anlamını düşününce insan sarsılıyor biraz.

Ben de bu doğum gününü fırsat bilerek paylaşılamayan mabeti tanımadığımızı düşünerek yazmak istedim.

Kutsallıkların tamamını atfettiğimiz ve içerisinde kılacağımız namazın bizi cennete uçuracağı düşündüğümüz Ayasofya’nın yapılışına, neden ve kimin zamanında yapıldığına ve de hangi mimari yapıyı örnek almış olabileceğine dair düşününce karşımıza puta tapma dönemi yani paganizm çıkar ki o da Müslümanları en titreten şeydir.

Aslında Ayasofya bir pagan mabet üzerine, diğer birçok pagan mabetten devşirilen malzemelerle inşa edilmedi mi? Zemininin ve etrafının bu mabet kalıntıları ve varlıklarıyla dolu olduğunu bilmiyor muyuz? Roma Pantheon’u ile karşılaştırmak gerekmez mi? Kubbe yüksekliği ve çapı itibariyle onu geçmeye çalıştığı düşünülmez mi?

Ayasofya’nın camiye çevrilmesi fetih geleneğidir, şehrin ganimetidir. Ancak, Osmanlı sultanları hiç bir zaman Ayasofya ile yetinmemiş, onun büyüklüğü, en bilinen özelliği olan kubbeyi geçme gibi bir amaç dahi gütmeden kendi adlarına selatin camileri yaptırmamış mıdır? Bunların ilki de II. Mehmet ve adına yapılan Fatih Külliyesi değil midir?

Peki kutsallığı?

Geleneği sürdürmek Ayasofya’nın camiye çevrilmesi demektir. Ancak eğer 21. yüzyıl Türk müslümanlarının düşündüğü gibi bir kıymet ve kutsallığı var mıydı? O halde neden minareleri dahi fetihten 28 yıl sonra eklendi? İmparatorluğun varoluş simgesi nasıl da İslam’ın var oluş simgesi haline gelebilir ki? Bizans İmparatorluğu için önemli olan imparatorların gömü yeri olan Havarium Kilisesi değil midir? O halde fetihle beraber II. Mehmet’in imparatorluğun simgesi kiliseyi yıktırıp yerine kendi adına yaptırdığı camiyi kullanması, oraya gömülmesi…tıpkı Büyük Konstantin gibi…daha kıymetli değil midir?

Yani Ayasofya’yı umursayan herkeste onun yapılışı, mimarisi, duruşu, heybeti, kıymeti, geçirdiği sarsıntılara meydan okuyuşu ve mimariye olan etkisi olması gerekmez mi? Ayasofya Doğu ve Batı kültürleri arasında hikmetli bir değer değil midir? Ortaçağ hristiyanlık sanatı, mimarisi ve ardından gelen mimarlık akımlarına yön vermesi? Hristiyanlık dışı dini yapıları ve özellikle İslami yapıları büyük oranda etkilediği gerçeği? Bunun için mimarlık eğitimine sahip olmamız mı gerekir? Etrafına ve Ayasofya’ya duyarlı, çağdaş ve ilerici bireylerden bu beklenmez mi?

O halde Ayasofya müzeleştirilince ne kaybedildi?

Atatürk 1929 yılında Ayasofya’ya gider. Caminin bakımsız olduğunu görür. Avlu kahvehane olarak kullanılmaktadır o zaman. Ayasofya’nın kendisi ise güvercin yuvası haline gelmiş, harap bir görüntü ve temizlik sorunu yaşanıyormuş. Alınan kararla cami etrafı ve altındaki dükkanlar kamulaştırılarak yıkılır. Bu korumanın tam da kendisi değil mi? Evrensel faydaları belirli bir kesimin yararının önünde tutmak ve sorumluluk içinde bilinçli hareket etmek değil mi? Bazı mabetler için evrensel kararlar almak gerekmez mi?

Ayasofya müze olunca camisiz kalınmadı ya! Hem etrafta onca cami yok mu? Ayasofya’yı camiye çevirme görevinin yüklendiği dönemin başbakanı ‘Siz önce sabah namazında Ahmediye Camisi’ni doldurunuz!’ demedi mi? Müzenin, Topkapı Sarayı girişi tarafında Ayasofya Camisi’nin de olduğu gerçeğini neden hatırlamıyoruz? Yoksa hiç bilmedik mi? Yoksa biz Ayasofya içinde değil de avlusunda Ayasofya’nın kime ait olduğunu göstererek mi namaz kılmak arzusundayız?

Bugün Ayasofya’nın inşaatının, mimarlarının dehasının, Mimar Sinan’ın katkılarının, İmparator Justinyanus’un büyüklüğü, başarıları, hukuk alanındaki etkilerinin, Fatih Sultan Mehmet’in Roma Hukuku’na nasıl eğildiğini okuyup-konuşup gururlanmak yerine…

İstanbul’un camiye çevrilen diğer kiliselerinin durumuna bakarsak hatta camilerin dokunmaya kıyılamayacak kıymette çinilerinin üzerini delerek elektronik namaz saatleri bilgisi asıldığını durumu Ayasofya’nın geleceği konusunda bizi endişeye sevk etmez mi? İki senelik yeniden cami vazifesi boyunca başına gelenlerden çevirenlerin ve daha da önemlisi içinde namaza duranların korumaya dönük kaygıları olmadığına dair örnekler hangimizi üzüntüye sevk etmiyor…?

Adının hemen yanında ne olduğu da çok önemli tabi, çünkü muhafazası da ancak o derece olabilir. Ayasofya Nahoş!