HEP Necip Fazıl okudular.

Necip Fazıl okudukça da...
- Tumturaklı laflar etmeye bayılır oldular.
- Sakarya Türküsü’nü ezberlediler.
- Sert oldular, sekter oldular.
- İnce şeylerle ilgilenmediler.
- Gündelik politikalara fazla angaje oldular.
- Kültür adamı olmak yerine aksiyon adamı oldular.
Keşke biraz da Yahya Kemal okusalardı.
Hiç değilse...
Özlem duydukları, özendikleri, nostaljiyle andıkları medeniyetin inşasındaki inceliklerden, ruhtan, özden de haberdar olurlardı.

* * *

Aslında Necip Fazıl da, Yahya Kemal de aynı şeyin peşindeydi:
Geçmişin ihtişamı...
İkisi de “Doğu” diyordu.
İkisi de Osmanlı’nın ortaya çıkardığı uygarlığı fazlasıyla önemsiyordu.
Aralarındaki fark şuydu:
- Necip Fazıl daha çok geçmişin siyasal ihtişamına meyletmişti. Yeniden fetih arzuları, yeniden üç kıtada at koşturma hayalleri, yeniden Batı’ya boyun eğdirme hırsları, yeniden hükmetme rüyaları falan...
- Yahya Kemal ise geçmişin zarafetinin peşindeydi. Geçmişteki ihtişamın sükûnet ve incelikten kaynaklandığını, sükûnet ve inceliğin bir tarafa bırakılması durumunda ihtişamın da söz konusu olamayacağını düşünüyordu.

* * *

Yahya Kemal bir İstanbul meraklısıydı. Ancak onun İstanbul’a olan merakı, bir şehre duyulan sıradan merakın çok ötesindeydi.
Yahya Kemal’e göre İstanbul, bizim eski medeniyetimizin hülasasıydı.
Necip Fazıl İstanbul’un “bizimkiler” tarafından fethedilmesi karşısında heyecanlanırken, Yahya Kemal “Konstantinopolis”ten çıkan, çıkarılan “İncelikli İstanbul” karşısında heyecanlanıyordu.
İstanbul’u bir “medeniyet açılımı” olarak görüyordu Yahya Kemal...

* * *

Bugün Türkiye’yi yönetenler...
- Eğer Necip Fazıl okudukları kadar Yahya Kemal de okusaydılar: Mimar Sinan’ı taltif etmek adına gökdelenlerin arasına Mimar Sinan eserlerinin kopyasını kondurarak “Yaptım / Oldu” diyen müteahhit Ali Ağaoğlu stilini benimsemezlerdi.
- Eğer Necip Fazıl okudukları kadar Yahya Kemal de okusaydılar: Özendikleri medeniyetin nasıl bir birikimin ürünü olduğunu biraz olsun düşünürler ve en azından bu denli kendilerinden emin olmazlardı.
- Eğer Necip Fazıl okudukları kadar Yahya Kemal de okusaydılar: Eksiklerini fark ederler, özgüvenlerini tırpanlarlar, “kopya abideler kondurarak” tarihe geçilmeyeceğini anlarlar, biraz daha alttan alırlardı.

* * *

Çok mu geç?
Geç ama çok geç değil.
Hiç değilse Çamlıca’ya camiyi yapmadan önce Yahya Kemal kitaplarına şöyle bir göz atarlarsa belki kalkış noktalarındaki muazzam eksikliği fark edebilirler.
(Not: Yahya Kemal kitaplarının yanında Beşir Ayvazoğlu’nun kaleme aldığı ve mükemmel bir Yahya Kemal biyografisi olan “Bozgunda Fetih Rüyası” adlı eser hararetle tavsiye edilir).

CHP’nin oyuncak ayısı

CHP yeni dönemde seçmene dokunma kararı almış.
Vatandaşın ayağına gideceklermiş.
Ve vatandaşlara bir ayağının altında CHP yazan, bir ayağının altında da “6 ok” bulunan oyuncak ayılar armağan edeceklermiş.

* * *

Oyuncak ayı...
Frenklerin “tedyy bear” dedikleri nesne...
“Oyuncak ayı”, Batı kültüründe iyiliği, sevecenliği, şefkati, duyarlılığı temsil eder.
Her çocuğun vardır bir “oyuncak ayı”sı... Onsuz uyuyamaz çocuklar...
Yetişkinler de sürdürürler “oyuncak ayı” ile kurdukları bağı...
Bizim kültürümüzde ise “oyuncak ayı” ile kurulmuş böylesi bir rabıta yoktur.
Oyuncak olmayan ayılar için ne düşünüldüğünü ise hepiniz biliyorsunuz.

* * *

Halka dokunmak için bile halkın kültüründe yer almayan bir sembolü seçen CHP’ye “gülünç oluyorsunuz” dışında söyleyecek bir şey yok.
Ancak “Nasıl oluyor da hep muhafazakârlar kazanıyor” diye yakınanlara söylenecek bir söz var:
İşte böyle oluyor da oluyor.

Türk’ün Türk’ten başka dostu var

Aşağıdaki liste, Twitter’da üç gün boyunca “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur” cümlesini gündemin birinci sırasına yerleştirenlere ithaf edilmiştir:

* * *

- Pakistan, Afganistan, Hindistan, Özbekistan... İsimlerinin sonu “tan” ile biten bütün memleketler tam bir Türk dostudur.
- Aşağı Saksonya köylüleri, Güney Afrika’nın teneke evlerinde ikamet edenler, Hindistan’ın tellibabaları, Sicilya’nın sert adamları, son Mohikanlar, Paris’in varoşlarındaki öfkeli gençler falan... Hepsi bayılırlar Türklere...
- Kuzey Afrika hepten Türklerden yanadır: Cezayir, Tunus, Fas... (Kaddafi sonrası Libya’sını pek bilemiyorum).
- Birleşik Krallık’ta Muhafazakâr Parti’ye mesafeli olanlar, “İslam Ulusu” örgütüne mensup Afrika kökenli Amerikalılar, Barış Manço şarkılarıyla coşan Japonlar ve tabii bir de Güney Koreliler... Hepsi sever Türkleri...
- Beyrut kafelerinde, (olup bitenler neyi değiştirdi bilmiyorum ama) Şam’ın daracık sokaklı Hıristiyan mahallerinde, Tel Aviv’de Arap garsonların hizmet verdiği beş yıldızlı otellerin restoranlarında “Türk” dendi mi yüzlerde bir tebessüm oluşur.
- Kürtler, Süryaniler, Tatarlar, Çerkezler, Gürcüler, Keldaniler, Lazlar, Boşnaklar, Arnavutlar, Ermeniler... Didişseler de severler Türkleri...
- Malezya, Endonezya... Açe Sumatra ile Eritre’yi de yaz bir kenara... Vietnam ile Kamboçya’yı asla unutma... Ho Amca ile Fidel’i de not et... Hepsi Türklerden yanadır.
- Fransız Guyanası halkı, Honolulu ahalisi, Bask bölgesi aykırıları, Dublin kızları... Hepsi meftundur Türklere...
- Size bir şey söyleyeyim mi: Yunan halkı bile pek belli etmese de içten içe sevip sayar Türkleri...
- Çin Seddi’nin civarındaki köylerde, Viyana’nın ikinci sınıf kafelerinde, Norveç kırsalında epeyce Türk dostu vardır.
- Tanzanya, Etiyopya, Nijerya, Liberya, Namibya, Kenya... Tutsiler ve Hutular... Neyse, hepsini saymaya gerek yok. Bütün bir kara Afrika, Türklerden yanadır...
- Beyaz olmayan Portekizliler, kibirli olmayan İsveçliler, disipline meraklı olmayan Almanlar, İspanyolların mavracı takımı, Norveç’in asgari ücretle geçinen kesimi, dejenere olmamış Eskimolar... Türk derler başka bir şey demezler.

Neden böyle oldu?

10 yıl boyunca birlikte çalıştık Cengiz Er’le... Kanal 7’de...
Şunu söyleyebilirim:
Ben hayatımda bu kadar mütevazı, bu kadar gösterişten uzak, bu kadar mahcup birini tanımadım.
İşini gayet iyi yapardı ama yaptığı işi satmayı aklının ucundan bile geçirmezdi.
Başbakan Erdoğan’ın yakın akrabasıydı, “teyzesinin oğlu” idi... Fakat bu özelliğinin dile getirilmesini bile istemez, konuyu hemen kapatır, bu yakınlıktan bir fayda çıkarmaya asla tenezzül etmezdi.

* * *

Cengiz Er, şimdi “A Haber”in Genel Yayın Yönetmeni.
Dünkü Sabah’ta Tuluhan Tekelioğlu’nun Cengiz’le yaptığı röportaj vardı. Heyecanla, gıptayla, merakla okudum röportajı...  Röportajda “Ahmet Hakan’la görüşüyor musunuz?” sorusuna sıra gelince durdum bir an.
Ardından okudum cevabı... Şöyle diyordu Cengiz:
Kanal 7 yıllarında omuz omza verdiğimiz güzel dönemlerimiz oldu. Keyifli bir dönemdi. Bana her zaman iyiliği dokunmuştur. Ama yıllardır görüşmüyoruz. Her şey geçmişte kaldı”.
Doğrudur, her şey geçmişte kaldı.
Peki ama neden?
Alabildiğine dürüst olmaya çalışarak cevaplıyorum:
- Önceleri “gözü arkada kaldı” demesinler diye bilinçli bir şekilde görüşmedim Cengiz’le ve diğer eski arkadaşlarla...
- Ardından “hem hükümeti eleştiriyor / hem de hükümete yakın kesimlerle ilişkisini korumaya gayret ediyor” demesinler diye görüşmedim.
- En sonunda da kopuş bir parça alışkanlık yaptı, kayboldu gitti karşılıklı...
Şimdi geriye baktığımda yanıldığımı görüyorum.
“Derler / Demesinler” falan diye şekillendirmişim ilişkilerimi...
Oysa “ne derlerse desinler” demeliydim.
Neyse...
Bu vesileyle hep bir ahlak abidesi olarak andığım Cengiz’e selam ve sevgilerimi yolluyorum.

(Hürriyet)