Gündemimizdeki “yabancılar” meselesini de diğer meseleler gibi, “yabancı düşmanlığı ve yabancı hayranlığı” kutuplarına taşıyıp tartışmayı başardık!...

Orta yolu bulamıyoruz… Her iki kutbun temsilcileri de işlerini iyi yapıyorlar!

İçimizdeki bazı insanların  hayrete mucip “yabancı hayranlığı” merakı ile, bazı çevrelerce provoke edilen “yabancı düşmanlığı” bizi birbirimize düşürdü!...

Dinimiz değişti, töremiz değişti, coğrafyamız değişti ama, bu merak bazıları için hiç değişmedi…

Bu illet yakalarını hiç bırakmadı… Her devirde salgın bir hastalık gibi, tedavi edilemez bir sakatlık gibi peşlerinden geliyor!...

Konu özelde de, biz Giresunluların en çok muzdarip olduğu hususlardan biri ayrıca…”Yabancı kuru” bizim memlekette hep yükseklerde…

Irk ve soy esasına dayanan “yabancı düşmanlığı” ne kadar yanlış ise; aşağılık kompleksine kapılıp, kendi ırkını diğer milletlerden küçük ve değersiz gören anlayış da o kadar yanlıştır!...

Tarihin hiçbir döneminde, Türk Milletinin ırk esasına dayanan bir yabancı düşmanlığı güttüğü görülmez…

Bizim diğer uluslara karşı ırksal manada bir önyargımız hiç olmadı…

Milliyetçilerin idolü, Göktürk  prensesi  Asena bile gidip bir Çinli ile evlendi!... Kendi ülkesinin kraliçesi olmak yerine Çin İmparatoriçesi olmayı tercih etti…

Göktürkler, Uygurlar ve Hun’lar Çinlilerle akrabalık kurmaktan çekinmediler…

Selçuklu devletini yöneten birçok liderin eşi ve gelini Türk değil… Ya Arap, ya Acem, ya da Afganlı…

Osmanlı padişahlarının neredeyse tamamı yabancılarla evli!...

Türk Milliyetçiliği ideolojisi “milli kültür” temeline dayanır… Milli kültürü ve o kültürü yaşayanları savunur… Kişilerin kemik yapıları ile, genetik kodları ile ilgilenmez!...

Fakat bu durumu abartan, tarihin bazı dönemlerinde “yabancı hayranlığı” noktasına taşıyanlar olmuştur…

Kurduğumuz devletlerin yıkılma süreçlerini incelediğimizde; yabancılara duyulan hayranlığın, yabancılara verilen değerin ya da yabancılara verilen tavizlerin bu devletlerden bir kısmını yıkıma götüren en büyük faktör olduğu görülecektir…

Yabancılara karşı duyulan aşırı hayranlık ve saygı devletler için bir zaaftır.

Devletin duygusu olmaz, devletin ilkesi ve kuralı olur… Ama tam aksine milletlerin de duygusu vardır… O duyguları kendine zarar vermeyecek noktalarda yaşamak ve yaşatmak zorundadır…

Ülkemizi yönetenlerin bu dengeleri gözeterek hareket etmelerinde yarar vardır…

Gerek Selçuklular, gerekse Osmanlılar döneminde, yabancılara aşırı tavizler verilmek suretiyle bu dengenin bozulduğunu; neticesinde de, devletin  büyük bir sıkıntıya düştüğünü biliyoruz…

Bugüne geldiğimizde geçmişten hala ders alamayanlar var:

  • Çağdaş medeniyetler seviyesine ulaşma hedefini, bazıları “batı hayranlığına” dönüştürmüş!...
  • Kimi aymazlar, “Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesini rotasından çıkarıp, manda ve himayeyi sevdirmeye çalışıyor!

Yabancı hayranlığı  gaflet ve dalalete götürür… Atalete sürükler… Düşmanlık yapmayalım ama hayranlık da beslemeyelim…

Bizim odaklanmamız gereken acil meselelerimiz var… Kendimize dönüp onlara kafa yoralım…

  • Milli eğitim politikamız var ama, milli müfredatımız yok!
  • Milli tarım politikamız var ama, milli tohumumuz yok!

Savunmamıza yüz yıldır “milli” diyoruz ama; “milli silah” projemizi daha yeni başlattık!

Yabancılar üretiyor, hazırlıyor… Biz ise kopyalıyor, taklit ediyor veya satın alıyoruz!...

  • Yetmiş iki buçuk milleti sevip de, ne hikmetse kendi milletini sevemeyen,
  • El aleme dost olup, kendi insanına düşman kesilen gafillere fırsat vermeyelim…

Ülkedeki sıradan bir yabancının üstüne toz kondurmazken, kendi insanımızı küstürüp değersizleştirenleri uyaralım!...

Attığımız her adımın Milletimize maliyetini hesaplayalım:

  • 11 kişilik futbol takımında, kendi insanına sadece iki kontenjan ayıran bir anlayış, bizi nereye götürecek?

  • Kendi çiftçisine 3 lira daha fazla destek vererek üretimi artırmak ve fiyatları indirmek mümkün iken; “onlar üretmezlerse biz de ithal ederiz” diyerek 4 lira harcamayı göze alan bir yaklaşımla nereye varacağız?

  • Oldukça zor şartlarda, çok az maliyetle yetişmiş yerel insan gücünün çalışma şartlarını iyileştirmek yerine, “biz bu şartlarda çalışacak yabancılar buluruz” diyerek daha fazla döviz kaybı yaratacak bir adım bize ne kazandıracak?

O kayırdığımız yabancılar; beş kuruş para almadan, kişisel menfaat beklemeden, kanının her damlasını vatanı için feda eden, şehit olan, gazi olan Mehmetçiğin tırnağı olabilir mi?

Savaş ve seferberlik yıllarında, sırtındaki yamalı hırkasına kadar devletine hibe eden Anadolu köylüsüne verilmeyen desteği; ülkesinden kaçan, vatanını savunmak ve onurunu korumak yerine, kişisel çıkarı için krizi fırsata çevirmek isteyen yabancılardan esirgemediğinizde vicdanlar rahatlayacak mı?

Para karşılığında Türk Vatandaşı yaptığımız yabancılar; daha askere giderken saçına kına yakıp, can evladını “vatana kurban” edebilen analar gibi “ana” olabilecek mi?

Kimi kime tercih ediyoruz ki?

Evet, Müslümanız elhamdülillah… Dinimiz düşkünlere yardım etmeyi, din kardeşliğini emrediyor… Buna itirazımız yok… Elden geldiği kadar mazlumların yanında olmak, onlara sahip çıkmak hem insani hem de dini görevimiz…

Ancak, terazide ağır basan bir taraf da olmalı!...

Evinde kendi çocuğunun ihtiyacı olan bir şeyi ondan alıp, dışardakine vermek; öz evladını bu şekilde müşkül duruma sokmak  doğru mu?

İslam, “ihtiyaçtan fazlasını” yardım konusu yapar Kişiye önce, “en yakınında bulunan insanı” korumasını emreder!...

Evvela ailesini, sonra  derece derece akrabalarını, daha sonra komşusunu, yetim- öksüz ve mazlum olanlardan başlayarak diğer din kardeşlerini hiyerarşik olarak sıraya sokar!...

  • Eve lazım olan, camiye verilmez!... İşin felsefesi böyledir…

Hükümetlerin siyasi konjonktür icabı geçici olarak uyguladıkları politikaları temellendirmeye gerek yok…

Bu tedbirler evrensel bir kural değil, sadece süreli olarak alınmış siyasi bir tercihten ibarettir!...

Yetkililerin de meseleyi kamuoyuna bu şekilde yansıtmalarında yarar var…

Esad’ın zulmünden kaçanları, Mekkeli muhacirlerle bir tutmak, ashabı incitir!...

Medine’ye yapılan  hicret, İslam’ın tüm dünyaya yayılabilmesi adına zorunluydu… İlayı Kelimetullah davasının gereği idi…

Yabancılar konusunda ifrat ve tefritten kaçınalım…

İnsanın kendi milletini koruma, kendi vatanını savunma refleksi ile hukuki sınırlar içinde yaptığı “meşru tepkiler” hem bir haktır, hem de bir vazifedir!...

Bu türden davranışları ırkçılık ile suçlamak yanlıştır…

Resmi ağızlardan söylenen demeçlerin dışındaki açıklamalara itibar etmemek lazım…

Bazen, uygulayıcılar karar alıcıların gerçek niyetinden bihaber olabiliyorlar… O nedenle, etraf toz duman olduğunda, sadece “Hükümet Sözcüsü” vasfı taşıyanlara kulak vermeli…

Seçim döneminin yaklaşması ile birlikte meseleyi provoke edip, siyasal olarak  durumdan nemalanmak isteyen çevrelere karşı da dikkatli olmalı…

Kimsenin ne hayranıyız, ne de düşmanıyız!...

Eskilerin dediği gibi; “tevekkülden önce tefekkür; tefekkürden önce de sabır elzemdir.

Panik yapmayalım, galeyana gelmeyelim…

Aramıza sızmış;  “yabancı hayranları” ile  “yabancı düşmanlığı” pompalayanları  ciddiye almayalım yeter…