12 Eylül’ü hatırlamıyorum ama darbeyi yaşayanlardan yaşananları okuyup dinledikçe dehşete düşüyorum. Geçenlerde gazeteci-yazar Ergün Eşsizoğlu’nun kendi köşesinde yazdığı 12 Eylül’ün hüzünlü bir hikayesini okudum ve sizlerle paylaşmak istedim.


İşte Eşsizoğlu’nun kaleminden bir 12 Eylül hikayesinin özeti:


“Gazetenin iri puntolarla verdiği haberin başlığı da şöyleydi: “Maden Mühendisi Hüseyin Yılmaz sokaklarda yatıp kalkıyor.”Manşette onun için kullanılan lakabı görünce, demek ki dedim, onu şimdilerde en son lakap olarak, İzmir-torbalı’da “Maden Mühendisi Hüseyin" diye anıyorlarmış dedim kendi kendime.


Onu ilk defa Zonguldak’a kayıt yaptırmaya, birlikte geldiği Abuzer dayı ile, 1976 sonbaharında tanımıştım.


Bursa’da okudukları okula, karşıt görüşlülerin egemen olmasından dolayı, okula gidemedikleri için, üç ev arkadaşı Abuzer dayı, Latif Can ve Hüseyin Yılmaz birlikte sınavlara yeniden girerek, rahat okuyabilecekleri başka bir okula gitmeye karar verirler. Sınav sonucunda çok sevdiği arkadaşı Latif Can Ankara’yı kazandığı için, çok sevdikleri bu arkadaşıyla yolları mecburen ayrılarak gelirler Zonguldak’a.


İşte o anda Hüseyin “bana on beş tane yeni gelen öğrencilerden, polisçe tanınmayanlardan öğrenci verin ben yazıyı yazacağım” dedi. U biçiminde olan otobüs durağının ağzı açık kısmına öğrencileri çift sıra dizerek, arkalarında çömelerek, yazılacak yazıları hem de bir sanat eseri kalitesinde yazdığı gibi, yazının altına isminin baş harfini de yazarak imzasını da atması uzun bir zaman sohbetlerin baş konusu olmuştu.. En keyifli günlerimizden birisini yaşamıştık o gün hep birlikte.


Bursa’da okuduğu günlerde yoğun biçimde yaşadığı “takip ediliyorum, öldürüleceğiz” duygularının kaynaklık ettiği kapalı alan fobisi, Zonguldak’ta tam kayboldu zannedilirken, bir akşam üzeri Abuzer dayı ile birlikte kaldığı öğrenci evinde ders çalışırken, sokakta top oynayan çocukların bir şutu ile, dibinde ders çalıştığı cam büyük bir ses ile kırılınca , akşam eve gelen Abuzer dayı onu ranzanın altında şok geçirmiş bir halde bulur.


Esas sarsıcı travmayı Bursa’da aynı evde kaldığı ve çok sevdiği arkadaşı Latif Can’ın, 7 TİP’li arkadaşı ile birlikte Ankara’da kaldığı evde öldürülmesi ile yaşadı. O günlerde birden çöken Hüseyin, Abuzer dayı ile birlikte Bursa’ya Latif Can’ın cenazesine gitti. Dönüşte içine kapanan, sürekli tedirgin ruh halinde olan, geceleri kaldığı evlerde sürekli bunalan ve kendisini sürekli evin bahçesine atan biri durumuna gelmişti. Onun bu durumundan dolayı okulda onu uzaktan tanıyanlar nezdinde lakabı, “Deli Hüseyin” olmuştu.


Bu lakabına onu seven arkadaşları her duyduklarında müdahale ederek, “Her Dev-Genç’li biraz delidir. Deli olmayan Dev-Genç’li olamaz” diyerek, lakabı en son olarak "Dev-Genç’li Hüseyin" olmuştu.


O günlerde bir doktor arkadaşa, Hüseyin’in durumunu ve bizim ona yaklaşımımızı anlattım.


Bizim ona yüreğimizi açmamız ve onu dostça sabırla dinlememiz, bilmeden ve farkında olmadan hastalığını tam olarak tedavi etmeyi sağlamasa da, okulunu okumasına ve yaşamını aramızda devam ettirmesine yaradığını öğrenmiş olduk. Bu durum böyle sürüp gitti, 12 Eylül darbesine kadar.


12 Eylül 1980 darbesiyle birlikte, Nasıl Nar’ın yere düşmesiyle taneleri odanın dört bir yana dağılırsa, darbenin olmasıyla birlikte hepimiz dört bir yana nar taneleri gibi dağıldık. Kimimiz Zonguldak’ta, Kimimiz Ankara’da, Kimimiz İzmir’de vs tutuklandık. Kimimiz kaçarak saklanmak durumunda kaldık. Vs...


İşte o günlerde Hüseyin tek başına kalır. Artık onu dinleyecek, ona güven verecek kimse yoktur, Ona dostça davranacak kimse kalmamıştır. Zonguldak’ta kendisini sokaklara attığı bir gece, “nasıl önemli birisi olduğunu anlattığı, çok önemli birisi olduğu için de öldürüleceğini” vs anlattığı kişiler onu ihbar ederler. Onu ilk gözaltına alanlar, onun psikolojik durumunu bilmeyen darbe görevlileri de onun anlattıklarını ciddiye alarak, çok zalimce davranırlar. Daha sonra abisi Özcan Yılmaz’a haber verirler.


Abisi Özcan Yılmaz o günleri şöyle anlatır: “32 yıldır sokaklarda kalmasının tek nedeni 80 ihtilali’dir. Kardeşim Zonguldak Üniversitesinde Maden Mühendisliği bölümünde eğitimini tamamladıktan sonra 80 ihtilali patlak verdi.


O sıralarda Zonguldak’ta bulunan kardeşimi siyasi nedenlerden dolayı hapishaneye attılar. 23 gün boyunca Zonguldak Cezaevinde kalan Hüseyin’den haber geldi. Bende kardeşimi dönemin Zonguldak Valisi ve Emniyet Müdüründen ricada bulunarak ceza evinden çıkarttım ancak o günden sonra kardeşim hiç eskisi gibi olmadı.”


Abisi Özcan Yılmaz devamla, sonraki günlerini de şöyle anlatır: “Cezaevinde kaldığı süre boyunca kardeşim dövüldüğünü anlattı. Bu olayların üzerine kardeşimi Torbalı’da yanıma getirdim. Torbalı’da da kısa bir süre tutuklandıktan sonra kardeşimde bir değişim görmeye başladık. Bunun üzerine kardeşimi birçok hastaneye götürdüm ve burada ona şizofreni tanısı koyuldu ……


Hüseyin’i rahmetli annemin evine yerleştirdim. Bir süre sonra kardeşim kaldığı evi yaktı. Daha sonra başka bir yere yerleştirmemize rağmen orayı da yaktı. En sonunda onu rahat bırakmayı düşündük. O günden beri tam 32 yıldır sokaklarda yatıyor. Kapalı alanlarda kalma korkusu Hüseyin’i oldukça fazla etkiliyor. …. “


Şimdilerde Hüseyin, İzmir-Torbalı’da sokaklarda yatıp kalkan bir insandır. Yolunuz oralara düşerse, elinizden gelen yapabileceğiniz pozitif bir şeyler varsa, Torbalı’da "Maden Mühendisi Hüseyin" diye kime sorsanız size gösterirler.


12 Eylül Darbesinin acımasızlığının, zalimliğinin, zulmü’nün bir abidesi olarak orada, İzmir-Torbalı’da bir yerde durmaktadır.


Keşke elimde imkan olsa da Kenan Evren'e, bu parçaladığı paspas ettiği hayatları anlatıp, yarattığı eserlerini ona gösterebilseydik. Kenan Evren tam teşekküllü bir hastane de günlerini yaşarken, Hüseyin’e ise sadece sokaklar sahip çıkıp yüreğini açmıştı. Kenan Evren 32 yılını Marmaris’teki sarayında geçirirken, Hüseyin sokakta bir köşe başında çöplerin arasında geçirmişti yıllarını.”diyor Ergün Eşsizoğlu…