Ülkede dershaneler üzerinde yapılan tartışma ve kavgaların boyutu giderek içinden çıkılmaz bir hal almaya başladı. Dershanelerin kapatılma konusu Hükümet-Cemaat sürtüşmesine, MGK'nın Gülen Hareketini Bitirme Eylem planına ve oradan da eylemi hayata geçmesine kadar uzandı.


El ana kadar bir elmanın yarısı gibi gördüğümüz (en azından ben öyle görüyordum) Cemaat ve Ak Parti hükümeti ne yazık ki iki taraf haline geldiler ve iki ayrı taraf olarak da kendi yayın organlarında birbirlerinin aleyhine olabildiğince yüklenirken şimdiye kadar onlara muhalif olan medya grupları da halay çeker gibi onların açıklamalarını kendi manşetlerine çekiyor ve gazetelerinde çarşaf çarşaf yazıp durmaya devam ediyorlar.


Siyaset dünyası ise; iftara on dakika kalmışken büyük bir iştahla sofraya oturan, imamın ezan okumasını bekleyen ve kaşıklara sarılan oruçlu gibi Cemaat'in Ak Parti hükümetinden kopup onlara geçmesini beş gözle bekliyor, Cemaat'ten yana taraf tutarak Cemaat'te habire şirincikler ve gülücükler atmaya devam ediyor.


Daha önce kaç kez dershane konusunu işlemiştim ve işlemeye devam edeceğim. Ancak bugün yaşanan kaousu anlamak için sanırım yine geçmişe gitmek gerecektir. Malum geçmişi önemseyen, geçmişten kendimce ders almaya çalışan ve aldığım dersi sizlerle paylaşamaya hevesli olan biriyim.


İşe yarıyor mu, yaramıyor mu bilmiyorum ama bu inancı taşıdığım için sizlerle paylaşıyor ve okuyucumun huzuruna geyik muhabbetleriyle çıkmak istemiyorum.


Hatırlayanımız vardır.


13 Aralık 1997'de Prof. Dr. Şerif Mardin, toplumların yapısıyla ilgili üç temel tespitte bulunmuş, bu tespitler Başbakan Erdoğan'ın RP'de iken Sempozyum'da yaptığı konuşmasına ilham olmuş ve dillendirilmişti.


“Bir: Topluluklar farklılık gösterdikleri oranda zenginlik üretir.


İki: Hiçbir toplumsal değer sabit değildir. Değişir ve gelişir. Üç: Değişim geçmişe ve geçmişin değerlerine dayanır.”demişti Mardin'li.


Zaten Başbakan Erdoğan Ak Parti'yi kurarken hedeflediği iki önemli şey vardı:


Bir: Tarihsel sorumluluğunu, Cumhuriyet'in, ulus devlet ideolojisine ters düşen özelliklerinden dolayı dışladığı, ötekileştirdiği halk kesimlerini devletle barıştırmak ve bu ikisi arasında Tanzimat'tan bu yana sürüp giden soğukluğu ortadan kaldırmak.


İki: Osmanlının son dönemlerinden başlayan 'devletten soğuma' geleneği, Cumhuriyetle birlikte ivme kazanarak devam etti. Devlet, batılılaşmayı dayattığı ölçüde halka yabancılaştı.”idi.


Bugün bütün siyasi partilerin oy iştahını kabartan Cemaat'lerle ilgili Erdoğan, RP yüzde 17 oy alırken şöyle demiş ve bazı tespitlerde bulunmuştu.


Erdoğan: “Yüzde 17 başarılı bir sonuçtur. İttifak bize sadece MÇP ve IDP'nin oylarını değil, bütünleşmeden memnun kalan milletimizin oylarını da getirmiştir. Bu seçim, bir kez daha göstermiştir ki oy almanın en etkin yolu vatandaşlarla iyi diyalog kurmak, yakınlaşmak ve onlarla yeterince bütünleşmektir. Halkla aramızda hala yıkamadığımız duvarlar var; bunları yıkmalıyız. TV'lerde, basında yeterince yer alamadığımıza göre çarşı pazara inip halkla bütünleşmemiz gerekiyor.


Ayrıca bu seçim göstermiştir ki; Cemaatlerden beklenildiği kadar oy alamıyoruz. Bu nedenle gelecek seçimlerde bizi daha iyi anlayacak farklı kesimlere yönelmeliyiz.


Bu bir çıkıştır.


Bu çıkış devam edecek ve inşallah bizi kesin sonuca ulaşatıracaktır.”der.


Fitne ve Fitneciler Erdoğan'ın Peşini Hiç Bırakmadı!


Erdoğan'ın siyasi hayatına baktığımızda da fitne ve fitnecilerden hep muzdarip olduğunu ve onlara karşı mücadele ettiğini de görüyoruz. Yine bir konuşmasında Erdoğan şunları söylüyor:


“Ortalıkta sinsi bir propaganda dolaşıyor. Güya ben genel başkanlığa hazırlanıyormuşum. Bu dedikodular ittifaktan ve seçim başarısından sonra ortaya çıktı. Onlar diyorlar ki: “Biz liderimizi seçtik, siz de çekin; yeni bir oluşum başlatalım.” İşte bu noktada benim adım ortaya düştü.


Bunu ilk kez Cumhuriyet gazetesinde Ruşen Çakır dillendirdi. Ayrıca bu durumu kaşıyan arkadaşlarımız var. Mustafa Baş ve Necdet Külünk bunlarında başında geliyor. Onlar, bu dedikodunun yayılması için gayret gösteriyorlar. Yoksa hiç tanışmadığım halde, Muhsin Yazıcıoğlu, beni hem de üç kez üst üste ne diye arasın?


Değerli arkadaşlar! Bu fitne çok ciddi, bu fitneyi bastırmamız gerekiyor. Şimdi bize düşen, her fırsatta bu konuyu gündeme getirmektir. Hocamızla benim asla mukayese edilemeyeceğimi ve hatta benim bu anlamda yeterli olmadığımı, toplantılarda ve sohbetlerinizde açıkça ifade etmekten çekinmeyin.”der.


Erdoğan İlk Kez Cezaevinde Cumhurbaşkanı Olmayı Düşündü!


Gelecek siyasi hayatını, plan ve projelerini Pınarlıhisar cezaevinde belirleyen Erdoğan ilk kez cumhurbaşkanı ve başbakan olmayı orada düşünüp, taşınıp karara bağladı.


Erdoğan Cumhurbaşkanı olma kararıyla bakın ne diyor: “Siyaset yapan birçokları gibi bende siyasetin nihai noktalarına (başbakanlığa, cumhurbaşkanlığına) ulaşmayı elbette düşünmüşümdür. Ama bunların hep siyasete başladığım yapı içinde ve doğal gelişmelere bağlı olarak düşünüyordum. Milli Görüş'ten ayrı bir siyaseti ve liderliği ilk kez hapishanede düşündüm. Yoksa benim bir gün lider olacağım (olumlu/olumsuz) hep konuşulurdu.


Hatta RP'nin kapatılmasına doğru, kapatılmanın kaçınılmaz olduğu anlaşıldığı günlerde yeni kurulacak partinin genel başkanı kim olsun diye yapılan bir araştırmada yüzde 85 benim adım çıkmıştı. Bunu ben bildiğim gibi ilgili herkes de biliyordu.”der...