Almanya, Neonazi cinayetleri nedeniyle devletin derinleri ile sağcı terör örgütleri arasındaki ilişkilerle sarsılırken, bir Alman vakfının Türk derin devletini mercek altına alması ilginç bir rastlantı.

 

Bergama altın madeninden Başbakan Erdoğan'ın dile getirdiği 'PKK'ya yardım sağlama' suçlamasına Alman vakıfları, Türkiye'de hep gündemde. Çoğu kez bu tartışmalar, vakıfların ilişkilerde üstlendiği rolü gölgeliyor. Aslında başka ülkelerde yaşananları izleme ve anlama noktasında bu vakıflar Almanya'ya özgü bir geleneği yansıtıyor.

 

Normalde birçok devlet, başka ülkeleri dışişleri, medya, istihbarat ve diğer devlet kurumları vasıtasıyla izliyor. Bu kanallara ek olarak Almanya'da siyasî partilerin uzantısı şeklindeki bu vakıflar var: Hıristiyan Demokratlar'ın Konrad Adenauer Vakfı, Yeşiller'in Heinrich Böll Vakfı; Sosyal Demokrat Parti'nin Friedrich Ebert Vakfı ve Hür Demokrat Parti'nin Friedrich Neumann Vakfı gibi.

 

Vakıfların sürekli tartışma konusu olmasının bir nedeni de özgün yapıları. Sivil toplum kuruluşu statüsündeler, ama Almanya yasaları gereği devletten destek alıyorlar ve siyasî partilerle organik ilişki içindeler. Dolayısıyla vakıflardan birinin, "anadilde eğitim", "Alevilerin sorunları" gibi bir konuyu tartışması, sivil bir faaliyet mi, Alman devletinin politikalarını yansıtan bir girişim mi olduğu soru işareti doğuruyor.

 

Vakıfların sürekli tartışılan bu yönü, başka ülke ve toplumları derinlemesine anlamada, Almanya'nın başka ülkelerle ilgili siyasetini belirlemede oynadığı kritik rolü görmezden gelmemize yol açmamalı. Keşke düne göre her geçen gün dünyaya daha fazla açılan Türkiye'de de siyasî partilerin çok ciddi çalışan politika üretme dernekleri, vakıfları olsa ve bunlar bir yandan ülkemizdeki sorunlarla ilgilenirken, diğer yandan ilişki içinde olduğumuz ülkelerdeki ofisleriyle o toplumları daha yakından tanımamıza yardımcı olsalar.

 

Yeşiller Partisi ile ilişkili Heinrich Böll Stiftung Vakfı'nın Türkiye ofisinin çıkarmaya başladığı "Perspektif" adlı dergi bu faaliyetlere örnek. Türkçe ve İngilizce yayımlanacak derginin ilk sayısında ele alınan konu, artık içeride ve dışarıda herkesin dilinde olsa da hayli iddialı bir konu: "Derin devlet". Sadece seçilen konu değil, kullanılan dil de oldukça köşeli.

 

İlk sayının takdim yazısında şöyle deniyor mesela: "Böylesi kritik dönemlerde hükümetlere düşen öncelikli görev, toplumsal değişimin barışçıl ve demokratik bir mecrada gerçekleştirilmesine fırsat sağlamaktır. Oysa AKP hükümeti, bu dönüşüm sürecinde demokratik bir yol izlemek yerine gittikçe popülist ve otoriter siyaset yöntemlerine başvurmaktan kaçınmıyor."

 

Bazı dosya başlıkları şöyle: "Derin devletin izini sürmek", "Derin devlet: Tahakküm biçimleri, teamüller ve demokrasi", "Bir demokratikleşme illüzyonu olarak Ergenekon", "Demokratikleşme mi, rövanşizm mi, ya da..., ", AKP-Gülen hareketi ekseninde Türkiye'nin yakın geleceği", "Devletleşen kontrgerilla, kontrgerillalaşan devlet", "Ergenekon davası bir olanak mı, bir handikap mı?", "Dink cinayeti ve devlet yalanları".

 

Kapak dosyası, konu başlıkları ve kullanılan dilin köşeli olması, bir yere kadar normal. Ama bu başlıkları ele alan yazarlardan bir kısmının son dönemde yaşadığımız köklü tartışmaların tarafı olan isimlerden seçilmesi dikkat çekici. Mesela, Avrupa Birliği'nin resmî raporlarında bile "Türkiye'nin demokratikleşmesi için bir fırsat" olarak görülen Ergenekon davalarını, "Bir demokratikleşme illüzyonu olarak Ergenekon" başlığıyla Ahmet Şık yazmış. Bir gazeteci olarak tabii ki her konuyu yazabilir ama insan, sanığı olduğu bir dava hakkında ne kadar objektif ve mesafeli durabilir. Hrant Dink dosyası, yine bu konularda taraf olmuş, konuyla ilgili kitabında soruşturmayı kasıtlı yönlendirmeye çalıştığı konuşulan, tahliye olmuş olsa da bu davalarda yargılaması devam eden Nedim Şener'e yazdırılmış. Şık'ın çizdiği resim, Ergenekon davalarının fasa fiso olduğu ve yüzlerce faili meçhule, askerî darbelere imza atan derin devletin değil, onun kurbanları AK Parti ve Gülen Hareketi'nin daha tehlikeli olduğu. İnsaf.

 

Derin devlet üzerine ilk akademik çalışmayı yapan Mehtap Söyler'in yerinde tespitleri ve son dönemde sanki Türkiye'de normalleşme sağlanmış havası veren AK Parti'ye ikazları dikkat çekici. Ancak Ergenekon dosyasını artı ve eksileriyle daha objektif şekilde yansıtacak Alper Görmüş veya benzeri bir ismin düşünülmemesi merak konusu. Gülen Hareketi'ni Ruşen Çakır yazmış. Kimi şablon ve önyargıları tekrar etse de dikkatli bir dil kullanmış ama bu dosyayı veya ek bir dosyayı Elisabeth Özdalga, Şahin Alpay gibi bir isim yazsa daha objektif bir tablo çıkmaz mıydı?

 

Belki bu dosyadan cesaretle Almanya'daki bir Türk derneği de Neonazi cinayetleri vesilesiyle zaten gündemde olan Alman derin devletini masaya yatırır. Toplum iradesi dışında çalışan 'derin devletlerin' deşifre edilmesi faydalı. Yeter ki iyi niyet ve samimiyet olsun.

(Zaman gazetesinden alınmıştır)