Büyükten küçüğe herkeste inanılmaz bir telaş var.
Dozu günden güne artan bu koşuşturmaların pek çoğunun sebebi “ihtiyaç” kaynaklı değil…
Hayatı tümüyle bir yarış pistine çevirmişiz!...
Kendimizi, bulduğumuz her aktivitenin içine atıyoruz…
Her oyunun oyuncusuymuş gibi rol kesiyoruz…
İzlediğimiz televizyon programları ve filmlere bakın:
- En çok hangisinin reytingi yükseliyor, görün…
Hafta sonu Giresunspor- Fenerbahçe maçına gittim…
Tribündeki seyircinin maçtaki tepkisi de durumu özetliyordu…
Giresunspor, süper lige yükselebilmek için tam 44 yıl mücadele etmiş amatör ruhlu bir takım…
Ekonomik gücü de Fenerbahçe'nin 30'da biri kadar anca…
Daha ikinci dakikada Fener'e gol attık…
Golden sonra argo tabiriyle “havaya girip”, Fenerbahçe'nin ayarında bir takımmışız gibi beklentiler oluştu…
Saha kenarından, neredeyse her seyirci taktik vermeye, oyunculara, teknik heyete bağırmaya başladı…
Tribün baskısının etkisiyle oyuncular panikledi… Panik sonucunda, kapasitesini zorlayan birkaç oyuncu sakatlandı. Takımı sürükleyen en önemli futbolcu sahadan çıkmak zorunda kaldı.
Ardından Fenerbahçe'nin golleri peş peşe geldi.
Rakip takım haddini bilerek oynadı. Kapasitesinin üzerine çıkmayı denemedi.
Biz de haddimizi bilseydik, panik yapmasaydık, Fenerbahçe karşısında alınacak mağlubiyetin normal olacağını kabul edebilseydik skor lehimize dönebilirdi…
Giresunspor'un bu sezon kaybettiği bir çok maçta, taraftarın takım üzerinde oluşturduğu baskı önemli rol oynadı…
Bu olayı örnek göstermemin sebebi şu:
Sadece sporda değil, hayatın her alanında söz sahibi olmak için kendimize rol biçmişiz…
Herkes herkesi eleştiriyor…
Herkes yetki kullanmak, karar verici olmak istiyor…
Önümüze gelen her konuda ahkam kesiyoruz…
Sorumluluğa gelince, onu üzerine alan yok!...
Sorumluluk sanki deli gömleği!...
Toplumdaki her fert kendi kişisel çıkarlarına odaklanmış…
Bütün olayları buna göre değerlendiriyoruz…
Din, hukuk, ahlak, vicdan, sevgi, saygı, hoşgörü sözde kalmış…
Sosyal değerleri dikkate alan ve bunları kriter olarak kullananların soyu tükenmek üzere…
Pire için yorgan yakmayı göze almış herkes…
Şahsi menfaat birliktelikleri mantar gibi yayılıyor…
Özgürlük denilen şeyi paraya endekslemişiz… “Para var, özgürlük var!”
Yarabbi, ne günlere kaldık!...
Atalarımız, para ve zenginlik vadeden manda ve himayecileri zamanında reddetmekle hata yapmış demek ki…
Para özgürlük getirseydi, Araplar bugün dünyanın en özgür halkı olurdu…
Ama bunu görebilen kaç kişi var etrafta?
Kendini Allah'tan başka hiçbir varlığa bağlamamanın hazzını unuttuk…
En başta paranın, sonrasında popüler kültürün kölesi olduk…
Daire ve araba gibi eşyalara koca bir ömrü heba ediyoruz…
Büyük-küçük tanıyan kalmadı…
Herkes herkese laf yetiştiriyor…
Herkes her işe burnunu sokuyor…
Hayatında eline kitap almamış adam, bilim kurulu üyesi gibi davranıyor!
Ömründe futbol topu tekmelememiş; ama Giresunspor takımına direktif veriyor!
Biyoloji dersini bile zor geçmiş; doktora meslek öğretmeye kalkıyor!
Hukuk dediğin, iktisat dediğin ne ki, bunlar için okula gitmeye gerek yok diyor!
Dün, öğretmen gördüğünde babası yolunu değiştiriyordu… Ama bugün, o babanın çocuğu öğretmene ayar vermeye kalkıyor…
Cebindeki paranın gücüyle, herkese, her türlü saygısızlığı yapmayı kendine hak gören büyük bir kitle var!
Heyhat!
Ne oluyoruz? Ne yapıyoruz biz?
Cümbür cemaat kuralsızca, ölçüsüzce birbirimizle yarışıyoruz…
Hepimiz iddialı, hepimiz coşkulu, hepimiz panik içindeyiz…
Kazananın ödülü ise, ihtiyaç fazlası para, şöhret ve şımarıklık!…
Başa göze bakmadan, hak-hukuk ayırmadan, önümüze ne çıkarsa engel sayıp saldırıyoruz…
Bu gidiş, bu yarış nasıl biter bilmiyorum…
Samana koşan sarı öküzün, dikenli telleri fark etmemesi gibi; sonumuz nereye varır, geride neyimiz kalır Allah kerim…