İŞİN içine “tiner” falan girince...

İşin aslı unutuldu.
Oysa biraz geriye çekilmeli ve “Dindar nesil polemiği nasıl doğdu?” sorusuna yanıt aramalıyız.
* * *
İmam-hatiplere açık haksızlık içeren katsayı sorunu çözüldü.
CHP’li Nur Serter de bu çözüme karşı çıkarak konuyu Danıştay’a götürdü.
Bunun üzerine...
Başbakan Erdoğan, Nur Serter’in girişimini söz konusu ederek CHP’ye dönüp “Nedir sizin bu imam-hatiplerle alıp veremediğiniz?” konulu bir çıkış yapmak istedi.
Polemiğin başlangıç noktası burasıdır.
* * *
Nur Serter’in yaptığı gerçekten de tam bir hazımsızlık.
Nur Serter ve onun gibiler istiyorlar ki, bu memlekette imam-hatiplerin önü kesilsin, imam-hatiplerde eğitim alan çocuklar eşit yarış içinde olmasınlar.
Neden?
Çünkü Nur Serter, gençliğin bir kısmının “dindar” yetişmesini istemiyor, bundan korku duyuyor.
Çünkü onun aklından “Başkasının çocuğundan bana ne?” gibi cümle geçmiyor.
Çünkü o, “başkasının çocuklarına müdahale etmeyi kendinde hak gören” bir gelenekten geliyor.
CHP yönetimi, Nur Serter’in yaklaşımını “bireysel çıkış” olarak değerlendirdi.
Ancak Serter’in CHP içinde var olan bir duyarlılık içinden hareket ettiği de su götürmez bir gerçek.
* * *
Eğer Başbakan Erdoğan, Nur Serter’in hazımsızlığına karşı, “İmam-hatiplerin önünü neden kesmeye çalışıyorsunuz? İmam-hatipte okumak isteyen çocuğumla neden uğraşıyorsunuz? Siz yoksa dileyenin özgürce din eğitimi almasından mı korkuyorsunuz?” deseydi, bir sorun çıkmayacaktı.
Çünkü böyle dediği takdirde özgürlüğü savunmuş olacaktı.
Fakat o da ne?
Başbakan Erdoğan CHP’ye “Siz yoksa dindar nesil yetişmesine mi karşı çıkıyorsunuz? Biz dindar nesiller yetiştirmek istiyoruz” deyiverdi.
Tartışmanın odağının kayması işte böylece başladı.
Çünkü...
“Dindar yetişmek isteyenin önünün açılması” başka bir şey, “nesilleri dindar yetiştirmeye kalkışmak” başka bir şey.
* * *
Tartışmalar sürerken Erdoğan yeni bir konuşma yaptı.
Yeni konuşmanın baş kısmı harikaydı:
“Biz özgürlük istiyoruz” diyordu.
“Biz gençliği formatlamak istemiyoruz” diyordu.
Ancak...
O konuşmanın sonunda “Biz gençliği formatlamak istemiyoruz” sözüyle çelişen ve büyük gürültü koparan cümleyi söyledi.
Dedi ki:
“Gençler dindar olmasınlar da tinerci mi olsunlar?”
Oysa iki cümle önce “gençliğe format atmak” istemediklerini söylemişti.
İki cümle sonra “dindar nesiller” yetiştireceklerini söyleyerek formatlamaya destek çıkıyordu.
Çelişki buradaydı.
* * *
Polemik sürüyor.
Son durum şu:
-  “Gençliğe format atmak istemiyoruz” diyen de Erdoğan...
-  “Dindar nesiller yetiştirmek istiyoruz” diyen de Erdoğan...
Kendilerini her durumda Erdoğan’a destek çıkmak durumunda hissedenler “birinci cümle”ye, kendilerini her durumda Erdoğan’a karşı çıkmak durumunda hissedenler ise “ikinci cümle”ye sarılmış durumda...
Bu arada Başbakan Erdoğan da durmuyor.
Bu iki pozisyonu da zora sokacak yeni açıklamalar yapıyor.
* * *
Tekrar başa dönersek...
Erdoğan sonuna kadar haklı olduğu bir konuda sonuna kadar tartışılır, sonuna kadar eleştirilir bir hale geldi.
-  Entelektüel camiada prestij kaybetti.
-  Liberal dostlarından biraz daha uzaklaştı.
-  Aynı konuşmada birbiriyle çelişen cümleler sarf etmiş oldu.
-  “Nesil yetiştirmek” gibi demode bir görüşü savunmuş oldu.
-  Nur Serter’in yaptığı hazımsızlığın unutulmasına katkı sundu.
Peki oy kaybetti mi?
Asla!
Ahalimiz işin inceliklerine bakmaz. Detaylarla uğraşmaz. Sonuca bakar. Sonuçta “büyüklerine saygılı, manevi değerlerine bağlı nesiller yetişmesinin ne zararı var kardeşim” diyerek AK Parti’nin oyuna oy katar.
Zaten Erdoğan’ın umurunda olan tek konu da oydur.
Çünkü onun temel sloganı şu:
“Sandık ne diyorsa o... Ahali istiyorsa bas gaza...”

Başbakan Erdoğan ve tartışma programları

CNN Türk’te Tarafsız Bölge’de “dindar nesil” tartışması yaptık.
Her görüşten konuşmacının katıldığı bir programdı.
Başbakan Erdoğan programı baştan sona izlemiş.
Ertesi gün partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada “Tarafsız Bölge”de konuşan bazı konuşmacıların eleştirilerine cevap verdi.
Bazıları bu durumu yadırgıyorlar.
“Başbakan neden her eleştiriye cevap veriyor?” falan diyorlar.
Benim yaklaşımım farklı...
* * *
Eğer ekranlar özgür olacaksa...
İktidarı savunanlar da, iktidara karşı çıkanlar da aynı platformda özgürce konuşabileceklerse...
Başbakan’ın verdiği cevaplar, tartışma platformlarının meşruiyetini tartışmalı hale getirmeyecekse...
Ekranlardan kendisine yöneltilen eleştirilere kamuoyu önünde cevap vermek Başbakan Erdoğan’ın en doğal hakkıdır.
Artık eskisi gibi...
“Sen köşenden her türlü salla, hükümet yetkilileri sana gık bile demesin” ya da “Sen ekrandan her türlü eleştiriyi yap, başbakanlar sadece seyretsin” anlayışı yok.
Ben bu durumdan memnunum.
Yeter ki şartların eşitliği bozulmasın.

Müzeyyen Senar için Sibel Can konseri

ŞİŞLİ Belediyesi ve Kral Televizyonu işbirliğiyle Lütfi Kırdar Konser Salonu’nda Müzeyyen Senar için düzenlenen “Sibel Can konseri”ne gittim.
Konseri izlerken içimden geçenler şunlardı:
-  Ben Müzeyyen Senarcı değil Safiye Aylacıyım. Ama Safiye Ayla’nın bile unutulmaya terk edildiği şu tuhaf günlerde tabii ki Müzeyyen Senar’ın unutulmaması için yapılan her türlü eyleme sonuna kadar destek veririm.
-  Zavallı alaturka! Ne kadar öksüz kaldı. Oysa toplumsal hafızamızda yer etmiş ne kadar çok şarkı var.
-  Belki Müzeyyen Senar, Sibel Can’a el vermiş olabilir. Ama Sibel Can’ın şarkı söyleyiş tarzı ile Müzeyyen Senar’ın şarkı söyleyiş tarzı arasında fark var. Müzeyyen Senar şarkıları akıtarak yorumluyor, Sibel Can ise vurgulayarak... İki tarz arasında bir tercih yapmam gerekse Sibel Can’ın tarzını seçerim. Dedim ya: Ben Safiyeciyim.
-  Milletimiz alaturkaya aç! Sibel Can ne zaman “Hadi beraber söyleyelim” dese koca salon inledi. Yani talep var ama arz yok.

Eyvah! 14 Şubat

-  Bakalım ilk önce kim “Aziz Valentine” vurgusu yaparak “Bunlar hep Hıristiyan sokuşturması” tartışmasını başlatacak?
-  Dikkat! Şimdiden hazırlıklı olalım. Bu yıl ilk kez “Kerem ile Aslı / Arzu ile Kamber / Ferhat ile Şirin varken yemişim Aziz Valentine’i” şeklinde bir çıkış gelebilir.
-  Korkarım 14 Şubat’ta bu kez yediye bölüneceğiz: BİR: “Hıncal bayramı” diyerek olayla kafa bulanlar. İKİ: Kökü dışarıda diyerek milli başkaldırı içinde olanlar. ÜÇ: Sevgilisiz oldukları için “başlarım 14 Şubat’a” diyenler. DÖRT: “Bunlar hep kapitalizmin oyunları” diyerek hediye almaktan yırtmak isteyenler. BEŞ: Sevgilisi olduğu için olayı köpürtmeye yatkın olanlar. ALTI: Dine uygun alternatif “sevgililer günü” projeleri geliştirenler. YEDİ: “Sevgililerimizi senede bir gün değil her gün hatırlayalım” diyerek olaya güya orijinal yaklaşanlar.
-  Coşkulu kutlamalar sanırım yine Nişantaşı / Teşvikiye taraflarında yapılacak. Bağcılar yine olaya bir parça kayıtsız kalacak.
-  Ve sanırım yine kalp görmekten, gül görmekten ve kırmızıya maruz kalmaktan illallah edeceğiz.

(Hürriyet)