Başka bir ülkeye yeni geldiğimizde, kendimizi anlatırken insanlarda gördüğümüz bir ifade vardır. Karşımızdaki insana her söylediğimiz için onun takındığı “Sen biriciksin” ifadesi. Ne anlatırsan anlat, beden diliyle sana verdiği “Seni gördüm, tanımaya ve anlamaya çalışıyorum; teksin ve özelsin” hissi.

Ve o ifadenin ruhumuza yaşattığı duygu: Mutmain olmuşluk.

Şimdi de seni tanımadığı halde aynı coğrafyadan geldiğin; ortak algılara, değerlere sahip olduğun bazı insanlarla tanıştığında yaşadığın histen bahsetmek istiyorum. Sana dair hiçbir fikri olmadığı halde duyduğu her yeni cümlende googlevari bir ifade takınıp “He, evet biliyorum; tamam tamam, anladım.” nevinden yorumlarından sonra yanındakine dönüp: “Bu bizim falanca gibi…” diyen insan güruhundan. Başkasıyla doğru yanlış bir yerden benzetildiğine mi yanasın; karşındakinin, bir önceki insanın çerçevesinde kalmış olmasına mı? Şaşırır, kalırsın.

Bu tarz insanların alnına: “Bulmak istediğiniz gibi bırakın!” yazmak gelir içinizden. Sürekli gördükleri bir iki insanı ve bazen de olayı kıstas belirleyip insanlığı, dünyayı bu dar örneklemde çözmek isterler. Kendi hallerinde başkalarının bıraktığı “aynen çöplüğünde” işleri zorken, bir de karşı tarafa “Aslında sen de bir başkasının bir benzerisin biricik değilsin!” tavrı insanı hepten çığırından çıkarmaktadır.

“Sen de ötekilerin aynısısın, benim için tüm anlamın senden öncekilerin bende bıraktığı kadar.” der adeta “aynen”ci insanlar.

Ellerinde birkaç tane kalıpla gezerler sonrada tanıdıkça sorarlar: ‘sen bu musun? şu musun? olmadı şu tam sana göre..’ İlle de o eldeki şekillerden birine uydurmalılar seni.

“Aynen”lik değilse senin şahsına münhasır kişiliğin; yeni birini algılamak onun beynini yoracağından, sana yeni bir tırnak işareti açamayacağından, mutlaka oturtmaya çalışır kafasındaki sabit kalıba!

Ve seni bir önceki ile eşleştirdiğinde bütün işlem tamamdır artık. Sen de bir “aynen çöplüğü” üyesi olmuşsundur. Karşı tarafın beyni de zorlanmadan seni çözmüş, bitirmiştir. Sen artık sadece bir kişiciksin!

Oysa ne kadar özeliz hepimiz kendi içimizde. Dünyanın en tatlı kelimesi olabilir “endemik” ve bence bazılarımız endemik. Bu kadar özelken varlığımız, beynimizin diğer insanlardan kalanları sıfırlayamayan tarafı yüzünden bir başkasının kararttığı noktada parlamaya çalışıyoruz. Ve yan yana geçen yıldızlar gibi ışıklar içinde ama birbirimizi aydınlatamadan, habersiz kayıp gidiyoruz. İnsan; ömründe kaç defa böyle parlamadan sönen ilişkiler, durumlar içinde kalıyordur acaba? Kâinatın varoluş sebebi merak, kendisini yenileyemeyen üst sürüme kapalı bünyelerde tekrarın özeti dizi misali durmadan aynı sahnede takılı kalıyor.

Merakı dizginleyen atasözlerinin etkisinden midir, soru sorup yeniden tanımlamanın yoruculuğundan mıdır? Bilinmez.

Ama “aynen”ciler bilmiyor ki insan her an değerli olana ulaşamıyor ve Tanrı sadece özel olanlara, özel olanı anlamlandırma yeteneği veriyor.