Yaşam 3 ana his etrafında dönüyor. Sevmek, ümit etmek, nefret etmek.
Bugün umudun bir ara rengini anlatacağım. “Beğenilmeyi, onay görmeyi ümit etmek”

“Beni arkadan, yürüyormuşum gibi çek pampa”. Tek ayak önde, hafif ve süzülerek öne atılmış bir adım, o sırada buğulu bakışlar ve derin düşüncelerle kıvrılmış dudaklar, güneşi kesmek için sağ el alna siper edilmiş. Arkada uçsuz bucaksız deniz, inci gibi dağılmış sahil evleri ve pamliyeler. Cennet gibi…(Ama aslında yürümüyorum, güneş de gözüme girmiyor, deniz umurumda değil, bakışlarımdaki sadece merak, “acaba istediğim etkiyi yaratabilecek miyim?”)

Dünyanın bir ucundan aldım bu görüntüyü. Hergün her yerde gördüğüm bu sahne, meğer deniz aşırı yerlerde de aynıymış.


“Selfie”nin bir esprisi kalmadı, artık hareketli duygu paylaşma dönemi. Takım halinde dolaşmak gerekiyor bu sahneleri yakalamak için. Dahası takımdaki herkesin çok sabırlı olması gerekiyor, çünkü beklenen o etki resme yansımamışsa “du bir daha, ay tekrar “dendiğinde, olana kadar sebat etmek gerekiyor.


Sosyal medyayı severek kullanıyorum. Kullananı da seviyorum.


Ama ben selfie ve profil resimlerine yaş sınırlaması getirilmesinden yanayım. 25 yaşına kadar kimse “güzellik modu”nda veya filtreli resimlerini veya “mış gibi” yaşadığı anların resimlerini paylaşmamalı. Yer bildirimi olabilir, en azından bir yerlere gidiyorsunuz, ama gittiğiniz yerden 5 tane “kendi yüz” resimlerinin konması yasaklanmalı.


Çünkü gençlerimiz çok vakit kaybediyorlar. Ömürlerinin en güzel çağlarını yükledikleri resimlere like ve yorum bekleyerek, etki yaratmayı umud ederek geçiriyorlar. Umduğu insanlar beğenmezse mutsuz oluyorlar, bekledikleri miktarda beğen ve övgü alırlarsa, yüzlerinde güller açıyor.


Halbuki güllerin açılması gereken yer ruhları…


Sevdiklerim yanımdayken veya güzel yerlerdeyken, hepimizin yapması gereken anı ölümsüzleştirmek. Çünkü an da bizler gibi ölümlü, geçip gidiyor. Büyüdükçe anılara tutunuyoruz, anılar da zaman aşımına uğrar, canlı tutmanın en kolay yanı da ölümsüzleştirmek.


Ayrıca ben paylaşmaktan da yanayım. Niye bizi sevenler de bizim o anlarımızı görüp mutlu olmasın? Güzel anlar bize başkaları için de sevinmeyi hatırlatır.
Ama insanın “mış gibi” yaşamaya çalışıp başkalarından onay bekler hale gelmesi ne fena. Kendinden ümidi kesmesi ne acı. Artık, o yemyeşil denizle oynayan dalgaların, gözüne giren güneşin, yere düşmüş dondurmanın veya karşıdaki manzaranın onu beslemesi değil de, bu manzarada kendinin ne kadar şık durup durmayacağına odaklanması ne büyük kayıp.


Çoğunluk mu azınlık mı, ahkam mı kesiyorum, kesit mi veriyorum, bilmiyorum ama çok gençle çalışıyorum ve yaşıyorum, gördüğüm etki, büyümenin, hayattan keyif alabilmenin onaydan geçmek zorunda olduğu.
Ve çoğu özgüvenini, umutlarını hatta güzelliğini bu onaya bağlamış yaşıyor. İçimden yüzlerine bağırasim geliyor, “sen o kadar güzelsin, o kadar sevilesin ki! O ekrana “acaba mı?” diye bakarak harcadığın zamanda, etrafındaki herşey sana bunu haykırıyor ama göremiyorsun.”

Ben bu neslin kurucusuyum.
Anca “güzellik modları” ile kendini beğenebilen, kitabı okumak yerine elinde onunla poz veren, manzarayı sadece güzel fon olduğu için seven gençliği ben yetiştirdim. Her türlü medya da bana destek çıktı, gençlerimiz küçücük yaşta en iyi botoks yapan merkezlerin yerini ezberledi.


Çok düşündüm nerde hata yaptım diye. Sanırım kendimde bile orta yaşta bulduğum o sihirli duyguyu onlara aşılayamadım.


Özsevgi.


Canının en yandığı zamanda, başkasının değil de önce KENDİSİNIN “seni olduğun gibi seviyorum, herkes hata yapar, beraber aşarız” demeyi öğretmedim. Eleştirdim, onay verdim veya vermedim. Sanki benim ayak izim en doğruymuş gibi, küçücük ayaklarını kendi izime soktum. Başardığında önce benden “aferin” bekledi. Kendi kendinin omuzunu sıvazlamak aklına gelmedi. Başaramadığında önce benden korktu. “ya kızarsam, ya onay vermezsem”. Kendi kendine, “olsun bir dahaki sefere başarırım” diye umud edemedi. Onun sesi BEN oldum, özsevgisi sustu.
Şimdi de o ses diyor ki, “yaptıklarını bir onaya sun bakalım, kaç kişi beğenecek?”

Herkesin içindeki sesler o kadar kalabalık ki, ona her zaman her koşulda onay, umut, sevgi verecek öz sesi duyması mucize.
Ben onları bu kalabaliga götüren nesilim.


Sosyal medyayı eleştirme hadsızlığine girmeyeceğim. Ama en büyük yan etkisi kararları, yaşamı onaya sunmasi.
Hala anneysek, öğretmensek, büyüksek, sorumluysak, en kısa zamanda, kendini sevmenin, önce kendini kucaklayıp, kendine sonsuz hak verdikden sonra paylaşmanın esas olduğunu öğretmeliyiz.

Ya da şöyle diyebiliriz: tek bir hayatın var, gün gelir internet çökerse, yanında kendinden başka kimse kalmaz. O yüzden kendini çok sev pampa.
sevgiler