İmralı “mutabakatı” açıklanınca, büyük telaş uyandırdı. Bir de, PKK’nın başı idam mahkumu, BDP, Kandil ve Avrupa ayağı “zafer sarhoşluğu” ile devletimizi aşağılayıcı sözler sarf edince, insanımızın endişesi daha da derinleşti, tansiyon yükseldi. Türk Milletinin temiz evlatları, ülkemizin savunmasız ve sahipsiz bırakıldığı duygusuna kapılarak, adeta bir bunalıma sürüklendi.

Bu yükselen tansiyonun düşürülmesi gerekiyordu. Tam bu sırada, aralarında Türk Milletinin iftiharı olan, dünya çapında ünlü değerli bilim ve düşünce adamlarının da bulunduğu 300 aydının imzaladığı “Türk Milleti’ne Çağrı” bildirisinin yayımlanması şifa oldu. Bütün yurtta bir rahatlama ve ferahlık duygusu hasıl oldu. Bunalıma dönüşebilecek olan tansiyonun birden düşmeye başladığını görüldü. Ancak bu, hukukun tanıdığı her imkanı kullanarak bütünlüğümüzü ve egemenliğimizi korumak görevimizi gevşetmek anlamına gelmez.

Milletimiz ile devletimizin birliğini ve tekliğini, vatanımızın bütünlüğünü kararlılıkla savunan ve “ Türk Milleti adına hareket edenleri uyaran” üç maddelik bu kısa bildiri ile bu görev yapılmıştır. Bilim insanlarımız ve aydınlarımız, bu tarihi çıkışla uyumadıklarını dünyaya ilan ederek, ülkemizin huzuruna önemli bir katkıda bulunmuştur.
 

“Birlikte rahmet, ayrılıkta azap vardır”
 

Kültürümüzün ve imanımızın bu özlü emri, asrımızın da birlik, huzur ve mutluluğunun ana kaynağıdır. İslam imanının orta direği “Tevhid akidesi”ne göre Yaradan, Müslümanların bulunduğu yerde bir ve bütün olmasını istemektedir. Çok şükür ülkemizde, hem “millet birliği” hem de “ümmet birliği” vardır.

Bu mükemmel bütünlüğümüzü, ırkçı anlayışlarla parçalamanın ne büyük günah ve felaket olduğu neden görülmüyor? Irak, Suriye, Libya’dan niçin ders alınmıyor? Anlamak mümkün değil.

İnsanlığın tecrübesi de böyle değil mi? Asırlık süren Orta Çağ vahşetini bir tarafa bırakıp, bugünün İspanya’sına bakalım. PKK’nın referans yaptığı bu ülkenin gerçeği neymiş görelim: Nilgün Cerrahoğlu yazıyor: “İspanya, 1970’ler sonu ile 80’ler başında Avrupa’da yaşanan en büyük yerelleşme reformunu gerçekleştirdiği için çok özgün bir örnek teşkil ediyor... Demokratikleşme namına tartışılmaz addedilen “yerelcilik” ile “özerk devlet modeli” her halükârda tartışmaya açılmış... bölgesel özerklik getiren demokratik 1978 anayasası yeni geçmişti. “Fueros” adı verilen tarihi haklara sahip Basklarla Katalanlara ayrıcalık yapmamak için; Franko faşizminden demokratik devlete geçilirken İspanya’nın 17 bölgesine birden özerklik verilmişti.”
Yazar’ın ünlü siyasetçi sosyalist Filozof, Fernando Savater ile yaptığı röportajdan kısa başlıklar okuyalım. Saveter ne demiş görelim: “Özerklikle Milliyetçilik Yumuşamadı, Bilendi. Ayrılıkçılık, bölgecilik ve bölgesel milliyetçilik ‘fırsatçı bir hastalık’tır. Bu hastalık ‘zayıflayan organizmalara saldırıyor’, İspanyol devleti de zayıflayan bir organizma olarak şu anda saldırı altındadır. İspanya devleti bir ‘özerklikler devleti’ olmaktan çıkıp ‘milliyetçilikler devleti’ halini aldı. (Dikkat Osmanlı Devleti’ni de ‘mikro milliyetçilik’ler dağıtmadı mı?) Demokratikleşmenin olmazsa olmazı sayılan yerelleşme ve yerinden yönetimler, ‘egoizmi beslediği’, ‘eşitlik’ ve de ‘dayanışma’ duygularını zedelediği için neredeyse bugün demokrasinin düşmanı sayılmaya başlandı.”

Evet: Deneyimlerden ahmaklar, gafiller ve kötü niyetliler ibret alamaz. Birliğin olduğu yerde; demokrasi, özgürlük, insan hakları paylaşma, dayanışma, huzur ve kardeşlik; bölünmede kan ve gözyaşı vardır. İşte gerçek.

(Yeni Çağ'dan)