Yine yaz mevsimi geldi çattı… Tatillerini geçirmek, ailelerine, sevdiklerine kavuşmak üzere otomobilleriyle Türkiye’ye gidenler yine yollara döküldüler veya dökülecekler… Her yıl yaşanan görüntüler bu yıl yine yaşanacak…

Avrupa’nın çeşitli ülkelerinden Türkiye’ye kadar uzanan bu karayolu yani “Sıla Yolu” yine Avrupalı Türklerle dolup taşacak…

Ünlü bir yazar “Aynı mekanlarda, değişik zamanlarda, değişik insanlarla tekrarlanan birbirinin aynı öyküler insanlarda öylesine garip duygular uyandırıyorki” diyor.  Sıla Yolu’nda da durum pek farklı değil… Mekan aynı yani Sıla Yolu… Zaman değişik yani bir yıl arayla, insanlar değişik ama öyküler hep aynı… 

 

* * *

 

“”Sıla Yolu deyince insanın aklına kilometrelerce asfalt, her iki yanda göz alabildiğince tarlalar, yorgunluk, uykusuzluk, heyecan, sevinç ama bazen de üzüntü, acı geliyor …

“Sıla Yolu” deyince tüm bunlara ilaveten iki şey daha geliyor… Bu yaşananları anlatan iki muhteşem film…

Herkese bu iki kült filmi izlemelerini tavsiye ederim… 

 

* * *

 

Türk televizyonlarında son yıllardaki Ezel dizisindeki Ramiz Dayı ve Muhteşem Yüzyıl dizisindeki Şeyhulislam Ebu Suut Efendi rolleri ile hafızalarda yer eden sinema ve tiyatro oyuncusu Tuncel Kurtiz’i mutlaka tanırsınız…

Geçen yıl Eylül ayında hayata veda eden 50 yıllık sanatçı Yılmaz Güney’in Sürü filmindeki rolüyle de unutulmazlar arasındadır…

1971 darbesinden sonra İsveç’te yaşayan sanatçının 1978 yılında İsveç Televizyonu adına çektiği 60 dakikalık bir belgesel film var…

“E5-Gastarbeiterstrasse” (Misafir İşçi Caddesi)

Film, daha iyi bir yaşam umuduyla Türkiye’den Almanya’ya göçenlerin geldikleri yoldan yani E5’ten Türkiye’ye geri dönmelerini anlatır. İnsanlar, Türkiye’ye vardıklarında ülkelerine en az Odysseus kadar yabancı oldukları görürler. Odysseus Troya savaşındaki kumandandır. Troyalıları yenilgiye uğratan tahta atı icat eden İthake kralı Odysseus da savaş bittikten sonra uzun yıllar ülkesine dönmek için mücadele verir.

 

* * *

 

İkinci fim ise “Sarı Mercedes”tir.  Tunç Okan’ın 1987 yılında çevirdiği filmin konusu şöyle;

“Köyünde herkesin hor gördüğü Bayram, sonuda Almanya’ya gider. Yemeyip içmeyip biriktirdiği parayla sarı renkli bir Mercedes alır. Adını Balkız koyduğu arabasıyla köyüne gitmek üzere Almanya’da yola çıkar. Yol boyunca köyünde atacağı havayı ve bıraktığı yavuklusuna kavuşmanın hayalini kurar. Ne varki Kapıkule’den itibaren aksilikler peşini bırakmaz. Mercedes sonunda hurdaya döner. Köye varınca da yavuklusu Kezban’ın bir başkasıyla evlendiğini görür”

Filmin senaryosu, Türk edebiyatının önemli ustalarından Adalet Ağaoğlu’nun 1976 yılında yazdığı ikinci romanı olan Fikrimin İnce Gülü’nden alınmıştır. Sanatçı İlyas Salman, filmdeki başrolünde oyunculuğunun zirvesine ulaşır. Çok akıcı bir dille yazılmış romanda yol boyunca Bayram’ın çelişkilerle dolu iç dünyası o kadar anlatılırki…

 

* * *

 

Benim ailem de Almanya’ya ilk gelen göçmenlerden… Dolayısıyla “Sıla Yolu” benim de yaşamımın bir parçası… İlk kez Türkiye’ye otomobille ne zaman gittiğimizi tam olarak hatırlamıyorum… 1960’ların sonu olsa gerek… Avrupa’daki Türkler’in pek çoğunun yaşadığını ben de yaşadım… Çocukluk, gençlik anılarımın arasında ayrı bir yeri var… İki, üç gün süren yolda yaşananlar  askerlik anıları gibi hep anlatılır… Geçmişe dönük bölük  pörçük anılarımdan aklımda kalanlar eski Yugoslavya’yı boydan boya geçtiğimiz iki şeritli meşhur “Autoput”, sınırlarda kuyruklar, Türkiye’de Kapıkule’de saatler süren gümrük kontrolleri, kazalar, ölümler, yaralanmalar, cezalar, rüşvet, pis tuvaletler, karanlık benzin istasyonları, Alman Markı, Avusturya Şilini, Eski Yugoslavya Dinarı, Bulgaristan Leva’sı, Türk Lirası…

Bunların bir kısmı artık yok… Yollar Türkiye’ye kadar asfalt, otoyol, sınırlarda eskisi gibi uzun kuyruklar  pek yok… Döviz bozdurma derdi de yok…

 

* * *

Peki tüm bunlar artık yoksa her şey güllük gülistanlık mı … Tabiî ki değil… Artık zorlukların birçoğu fiziksel şartlardan değil bırakılamayan insani alışkanlıklardan… Örneğin, yorgun, uykusuz ve öngörülen limitten daha hızlı otomobil kullanmak, pasaport, ruhsat vesaire gibi evrakları ya yola çıkmadan önce kontrol etmemek ya da yanına almayı unutmak…  yola çıkmadan otomobilin bakımını yaptırmamak, otoban vinyet ücretleri, benzin, mazot fiyatları gibi konularda önceden bilgi almamak, yolda pahalı bir yüzüğü ucuza almak uyanıklığıyla meşhur yüzük çetesinin kurbanı olmak gibi basit görünen ama en azından insanın yolculuğunu, tatilin zehir edecek alışkanlıklardan birçok kişi bir türlü vazgeçemiyor… Bu da her yıl sadece maddi zarar vermekle kalmayıp bazen üzüntülere, acılara yol açan olaylara sebebiyet veriyor…

 

* * *

 

 

Pek fazla çaba gerektirmeyen önlemleri alan bir kişinin yolda bir aksilikle, üzücü olayla karşılaşma ihtimali de azdır. Bu yüzden  “Aman tedbiri elden bırakmayın” derim…  

“Yol mu önemli, yolcu mu yoksa yolculuklu mu önemli” diye sormuşlar bir bilge kişiye… Cevabı “ Yol da önemlidir, yolcu da önemli, yolculuk ta önemli, iz ettiğin yola öz değmişse…” olmuş. Bana göre de her üçü de önemli…

 

Sağlıcakla gidip gelin…

Yolunuz açık olsun…