Şöyle ifade edelim. Ortadoğu derin bir kargaşının eşiğinde. Bazen olanı biteni anlamak/anlatmak hiç de kolay değil. İstanbul’daydım. Acaba olan biteni anlayan/anlatan var mı diye merak ettim. Gördüm ki bir avuç aydının haricinde geniş kitlelerde yıllardan beri edinilen alışkanlıklar ve kamplara olan bağlılık devam ediyor. Çoğu kişi ya konfor alanını koruyor ya da duymak istediklerine inanıyor veya yaşanılanları şablonlarla değerlendiriyor maalesef.
* * * *
Başlayalım. Türkiye’nin yerleşik olduğu coğrafya Balkanlar’dan başlar doğuda İndus nehrine kadar gider. Etki alanı ise ‘Beş Deniz Havzası‘ kavramı ile anlatılır. Saatin yelkovanıyla anlatırsak en kuzeyde Hazar Denizi, Basra Körfezi, Kızıldeniz, Akdeniz ve Karadeniz ile çevrilidir. Türkiye bu havzanın merkezindedir. Bu havza ile çalışmalar yapan Altınbaş Ünivesitesi Rektörü ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Prof Dr. Çağrı Erhan, ‘Bu havza son bin yıldır Türk değerleriyle yoğrulmuştur‘ der hep konuşmalarında.
* * * *
Şimdi bu havzaya bakınca bir ‘ateş çemberi‘ görülüyor. Neredeyse bütün uçlarından tutuşmuş durumda. Kuzeyde Ukrayna Savaşı yedi yüz günü geçti. Bitecek gibi görünmüyor. Ortadoğu’da Gazze savaşı yüz günü aştı. İran destekli Husilerin Kızıldeniz‘de gemilere yönelik saldırıları sürüyor. Caydırıcı bir etkisi görülmese de ABD ve İngiltere Husilere misilleme yapıyor. İran, Irak’ın Erbil kentine on balistik füze fırlattı, Suriye'nin Idlib kentindeki Deaş noktalarının imha ettiğini duyurdu. İsrail, Suriye'nin Şam ve Halep havaalanlarını bombaladı.
* * * *
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın ‘Kızıldeniz, Irak ve Suriye’de olanlar, Gazze’de başlayan savaşın girdaba dönüşeceğinin ön habercisi‘ diyerek tehlikeyi işaret ettiğini unutmayalım. Yaşananlar sanki onun uyarısının ispatı gibi. Geçtiğimiz günlerde İngiliz The Independent gazetesi de tırmanma riskini işaret ediyor, başyazısında ‘En büyük tehlike, Ortadoğu'da giderek tırmanan ve pekala kaybedebileceğimiz nafile bir savaşa sürüklenmek‘ diyordu.
* * * *
Şimdi de havzada sanki bir eksik olan buymuş gibi İran geçen Salı günü Pakistan topraklarını balistik füzelerle ve insansız hava araçlarıyla vurdu. İki gün sonra Pakistan misilleme mantığıyla karşılık verdi. Karşılıklı saldırılar, iki komşu ülkenin fiilen birbirine tam da yaklaştığı bir dönemde gerçekleşmesi kafaları karıştırmadı değil. Çünkü saldırıların gerçekleştiği gün Hürmüz Boğazı ve Fars Körfezi’nde ortak deniz tatbikatı yapıyorlardı.
* * * *
İki komşu ülke arasındaki gerginliğin arkasında ne var? İran ne istiyor? The Financial Times gazetesi ‘İran’ın son günlerde Irak, Suriye ve Pakistan'a doğrudan saldırması, bir strateji değişikliğine değil, bir taktik değişikliğine işaret ediyor. Güç gösterisi, ABD'ye, İsrail'e ve diğer bölgesel güçlere bir uyarı mesajı göndermeyi amaçlıyor, ancak Gazze savaşının cephe hatlarından uzakta yürütülüyor. İran'ın İsrail'e karşı duran tek ve önde gelen askeri güç olarak güç gösterisi" diyor.
* * * *
Değişkenlerin bu kadar içiçe geçtiği kargaşanın eşiğinde Çin‘i unutmamak gerekir. Gerçekten de, zaten var. Çin'in hızlı ekonomik yükselişi, çağımızın en büyük jeopolitik gerçeğidir. Hem İran hem de Pakistan’ın yakın müttefiki Çin faktörü var. Çin Pakistan'da Gwadar limanını inşa edip işletmesini alarak Hint Okyanusu'na erişim elde etti; Çin'in Bir Kuşak, Bir Yolu projesinin bir rotası buradan, yani iki ülke arasında gerginliğin olduğu bölgeden geçiyor. Çin bu liman için ‘Dizili inci tanelerinin en büyüğü‘ veya ‘Yüzük taşı‘ diyor. ABD’nin bu rotadan rahatsız olduğu öteden beri biliniyor.
* * * *
Türkiye’nin Suriye ile yıllardır yaşadıklarını da ayrıca yazmıyorum. Dünya alem biliyor. Risklerle dolu bir Ortadoğu‘ya komşuyuz. Düşünür, devlet adamı, tarihçi İbn-i Haldun’un dillere pelesenk olmuş ‘Coğrafya kaderdir‘ sözünü hatırlatmıyorum bile. Gelişmeler için şu an "yukarı yönlü risk yüklü" diyebiliriz. Siyasi analistler Ortadoğu’daki savaşın yılın ilk yarısının ötesine geçmesi durumunda etkisinin şiddetli hale gelebileceğini söylüyorlar. Türkiye hazırlıklı olmalı.