Üretmeden kalkınmak gibi bir kavram olabilir mi?

Realitede mümkün olmamakla beraber, iki kere ikinin 4 dışında her bir halt ettiği siyasette, üretmeden kalkınmak da mümkün olabiliyor…

Eğer lafla peynir gemisi yürüseydi, üretmeden de kalkınmak mümkün olabilirdi.

Tıpkı Türkiye’nin kalkındığı gibi…

 

Eğer Ali’nin külahını Veliye, Veli’nin külahını bir başkasına geçirerek külah üretimi yapılsaydı, üretmeden de ticaret yapılabilirdi. Aynı Türkiye’nin yaptığı ithalat, ihracat gibi…

 

Türkiye yıllardır tüketim ekonomisi ile ayakta durmaya çalışıyor; karnını doyurmak, ısınmak ve giyinmek için insanlar borç alıyorlar. Borcu borçla ikame ederek bir sonraki seneye ulaşmaya çabalıyorlar. Şüphesiz bu son on yıldır iktidarda olan AKP hükümetinin kabahati değil. Türkiye daha önceki iktidarlar döneminde de korkunç ekonomik krizlerle karşı karşıya kaldı, yarı aç, yarı tok, borç içinde yaşamak bu ülke insanının kaderi olmuş. Başka türlü nasıl yaşanır bilmiyor. Demokrasi, insan hakları nedir farkında bile değil. Bu kavramlar hakkında zihninde bazı kırıntılar var ama zihni yere düşüp dağılmış, sonra da süpürerek toplanıp bir poşete doldurulmuş puzzle parçaları gibi, bir araya getirmek için yıllar geçmesi lazım…

Vatandaşın beyni, bir uyanığın icat ettiği ve artık her köşe başında satılan “etsiz çiğ köfte” denen salçalı bulguru ekmek arasına koyup yemekten dumura uğramış, düşünme yeteneğini kaybetmiş. Protein zekânın en temel taşıdır; beslenmesinde proteine yeterince yer vermeyen insanın zekâsının gelişmeyeceği çok açık ve net bilimsel bir tespittir.

Aksi takdirde, yapılan kaldırımları, yolları, alışveriş merkezlerini ve rezidansları “kalkınmanın” göstergesi gibi halka yutturmak mümkün olabilir miydi?

 

Beş para etmeyen bir arsayı imar değişikliği ile değerli hale getirerek oradan rant sağlamak mı kalkınmanın göstergesi?

 

Her mahalleye alışveriş merkezi açarak Çin’den getirdiğin malları satmak mı kalkınmanın göstergesi?

 

Garibana 5 kattan fazla bina yapmasına izin vermeyerek (zaten teknik olarak da yapamaz parası yetmez) yanına gökdelen şeklinde gecekondular yapmasına izin vermek mi kalkınmanın göstergesi?

 

Bu örnekler yüzlerce ama hepsinin tek bir ortak noktası var; hiç birinin ülkeye bir faydası yok. Daha düne kadar para etmeyen bir arsayı imarda yaptığınız plan değişikliği ile değerini artırdığınız ve oraya başka hırsızların satın alacağı lüks daireler inşa ettiğinizde ülke ne kazanmış oluyor? Bu dairelerin fiyatını sorduğunuzda 1 milyon dolar gibi uçuk kaçık rakamlar telaffuz ediliyor; alnının teri ile para kazanmış kim alır bunu, manyak olması lazım. Bir milyon dolara başka ülkelerde adama saray satıyorlar, havadan kazanınca, havadan harcamak da kolay oluyor…

 

Alışveriş merkezi, yol, kaldırım… Bunlar güzel şeyler ama parası olmayan müflis tüccarın kendine lüks araba almasına benziyor. Paran yoksa lüks senin neyine? Tabi, üçkağıtçı değilsen… Eğer üçkağıtçı bir tüccarsan zaten uçan kuşa borcun vardır ama lüks içinde yaşarsın, millet seni bir halt zanneder; tıpkı şu anda her yere gökdelen dikeceği vaadiyle para toplayıp sonra da batan ve işin kötüsü battığından müşterilerinin dahi haberi olmayan yeni moda bankerler gibi…

 

Kalkınmanın bir tek kolu vardır; o da üretmektir.

Yani, bir şeyler imal etmek, alın teri dökmek, yoktan var etmek ve bunu ihraç etmek.

Türkiye hiçbir şey üretmediği gibi dışarıdan borç alıp bu borçla da ithalat yapan bir ülke…

Yıllardan beri bu hiç değişmedi.

Kaçakçılıkla, rant ile, kayıt dışı ekonomi ile ayakta duran, kerizlerden aldığı vergilerle kamu maliyesini ayakta tutmaya çalışan, protein yoksunu insanlarına isyan etmesinler diye sürekli masallar anlatan bir ülke…

Masal cumhuriyeti.