Aşağıdaki fıkranın Türkiye’nin geldiği son durum ile hiçbir alakası yoktur; ne de olsa Türkiye artık bir dünya devletidir; ihtiyacı olan herkese sınırlarını açmış, isteyen herkes elini kolunu sallayarak Türkiye’ye girip canının istediği yerde hiçbir kayda tabi olmadan işyeri bile açabilmektedir.

Suriyeli mülteci sayısı 300.000 kişiyi çoktan geçmiş ve hatta sayısı bile bilinmemektedir. Ülkemiz öyle büyük bir dünya devi oldu ki kendi vatandaşlarımız işyeri açmak için kırk takla atıp, elli belge doldurup, binlerce lira harç ve vergi öderken Suriyeli mülteciler canının istediği yere işyeri açabilmektedir.  Kendi öğrencilerimiz üniversiteye gireceğiz diye kırk tane sınav ve elli takla atarken Suriyeli mültecilere üniversitelerimiz kontenjan tanımaktadır; bütün bunlar çoook büyük devlet olduğumuzun göstergesi değil midir?


IMF’ye borcumuzu bitirdik ama toplam borcumuz 200 milyar dolar arttı, bu arada 35 milyar dolarlık özelleştirme yaptık ama parayı Esat’ı devirmek için afiyetle yedik; Esat devrildi mi?


Yooo…


Peki devrilse bize ne? O da meçhul; ama olsun Obama’nın yanında ayak ayak üstüne atıyoruz ya, o da yeter…

 

***

Adıvarkendiyok padişahı Sinirullah halkıyla iç içe olmayı çok sever ama etrafındaki yalakalar nedeniyle bir türlü halkının gerçek görüşlerini öğrenemezmiş. Adıvarkendiyok Cumhuriyetinde medya zaten tamamen padişahın güdümünde imiş, birçoğunun sahibi kendi yakınındaki yalakalar imiş; sahibi olmadığı birkaç medya kuruluşunun patronları da padişahın hışmından korktukları için ülke yansa bile bunu asla göstermezmiş. Ne zaman halkın içine çıksa hep önceden hazırlanmış mizansenlerle her şey kendisine tozpembe gösterilirmiş; halkın içinden birisi kazara bir şey söyleyecek olsa padişahın korumaları tarafından derhal yakalanıp hemen hapse atılırmış. Doğal olarak Sinirullah bu duruma sinirlenmeye başlamış ama içine de bir şüphe düşmüş, vezirleri bu durumun halkın tepkisizliğinden kaynaklandığını iddia ediyormuş. Çünkü ülkesindeki en kötü olaylarda bile halktan gelen en ufak bir eleştiri, ya da hareketlenme olmazmış. 
Padişah en sonunda dayanamamış ve halkının nereye kadar sabırla tepkisiz kalacağını denemek için bir yöntem düşünmüş. Aklına çılgın bir proje gelmiş ki akıllara ziyan. Kesin halk ayaklanır diye içten içe gülmüş. Bu fikre göre ülkenin en büyük şehrini tam ortadan bir kanalla ikiye bölecek, bir taraftan diğer tarafa geçen herkesten de vergi alacakmış.
İnşaat hemen başlamış; kanalın güzergâhı üzerindeki evler bir bir yıkılıp içindekiler sokağa atılmış. İnşaat süresince padişah halkın tepki vermesini sağlamak için elinden gelen tüm zorlukları ve zulümleri yaptırmış; ama tık çıkmamış. Uzun çabalar ile sonunda kanal yapılmış. Sonra da kanaldan geçen insanlardan başlamışlar vergi almaya. 
Bu aşamaya kadar halktan beklediği tepkiyi alamayan padişahın umudu kırılsa da vergi toplama işini uzattıkça beklediği yakınmaları almaya başlayacağı konusunda hâlâ umutluymuş.
Ama gel zaman git zaman halk bırakın tepki vermeyi kanala da vergiye de alışmış. Bunun üzerine Sinirullah iyice öfkelenmiş ve vezirine emir vermiş:
“Tez kanal geçiş vergisini 2 katına çıkarın!”
Ama zammın üzerinden aylar geçmesine rağmen yine tepki yok. Sinirullah bu sefer daha bir hiddetle bağırmış:
''Derhal kanal vergisi 4 katına çıkarıla. Melunlara müstahaktır.''
Fakat ne yazık ki aylar geçmiş halktan yine çıt yok, padişah iyice delirmiş:
“Bu kadar koyun bir halk olur mu? Bu halktan bir şey olacağı yok. Bunlara tahammül edemeyecekleri bir zulüm yapıp yola getirmek gerekir.” diye düşünmüş. 
Aklına çok fena bir fikir gelmiş. Hemen vezirini çağırıp emrini vermiş:
“Vezir efendi öncelikle kanal vergisini 16 katına çıkarın…” vezir araya girmiş:
“Aman efendim halk bunu nasıl öder? İsyan çıkar…”
Padişah:
“Nerde o günler!” demiş.
“Ama daha bitmedi. Eğer bu parayı vermeden geçmek isteyen ya da veremeyecek durumda olduğu halde yine de karşıya geçmek isteyen olursa diye kanalın başına haremağasının seçeceği bir zenci koyun. Bu zencinin tecavüz ettiği kişi karşıya ücretsiz geçebilir” demiş.
Böylece uygulama başlamış. İlk günlerde zenciye pek iş düşmemiş. Sonraki günlerde padişah saraydan bakıp zencinin icraatlarının arttığını gördükçe halkına bakıp “size bu az bile” demiş. “Sizden umudum kalmadı ama belki paranız bitince zenci korkusuna aklınız başınıza gelir”; fakat ilerleyen günlerde de halktan en ufak bir tepki bile gelmemiş. Artık Sinirullah iyice çileden çıkmış ve halkı bir meydanda toplayıp başlamış bağırmaya:
“Ey halkım! Bu kanaldan ve yapılan uygulamadan şikâyetiniz var mıdır?”
Halktan hiç ses gelmemiş. Padişah tekrar:
“ Hiç mi şikâyetçi değilsiniz bu durumdan? Hadi şikâyeti olan elini kaldırsın da söylesin. Ben padişah olarak bir şey yapacak değilim. Hem zencinin yaptığından kötü daha ne yapayım size!” padişah umutla kalabalıkta gözlerini dolaştırırken arkadan bir el havaya kalkmış. Padişah sevinçle:
“Ha şöyle! Söyle bakalım şikâyetin, derdin nedir?”
Elini kaldıran adam cılız ve korkak bir ses tonuyla:
“Padişahım sen çok yaşa! Her şey iyi hoş, ama şu zenci sayısını arttırsak geçerken kuyruk oluyor…