Popüler kültürle ilişkide 'din uleması'na düşen, kendilerini ona teslim değil hâkim kılacak bir kültürel, mizaci ve mizahi donanımda olabilmektir

Dinin popüler kültürle ilişkisi genellikle netamelidir. Eski Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu da bir ara günümüzde dine en büyük tehdidin ateizmden değil popüler kültürden geldiğini belirtmişti. Haklıydı. Çünkü ateizm, dine karşı konumlanmakla birlikte onu yine de ciddiye alır. Popüler kültürse dine alabildiğine kur yapsa da onu hafife alır. O yüzden din açısından popüler kültürle mücadele, ateizmle mücadeleden zordur.

Popüler kültür denince ilk akla gelen televizyon... Ve televizyon, önce eğlence demek. Bu din için de bağlayıcı bir faktör. Ekranda siyasetçinin, hukukçunun, akademisyenin ‘eğlendirici’si rağbet gördüğü gibi ilahiyatçının da öylesi makbul en çok. Zekeriya Beyaz’ı hatırlayalım!..

Fakat bu söylenenlerden, popüler kültür ve televizyondan uzak durmak gerektiği sonucuna da varılmamalı. Onlardan kaçış yok. Mesele, o ‘matriks’te ‘şaklaban’ durumuna düşmeden, ama soğuk nevale de olmadan zamane insanına hitap edebilmenin yollarını bulabilmek. Bu da eğlence malzemesi olmadan eğlenceli olabilmekle, ciddiyeti sıkıcılıkla karıştırmamakla ve en önemlisi ‘mizah duyusu’na (sense of humor) sahip olmakla mümkün...

Bütün bunları yazdıran, hafta sonu gündeme gelen bir olay. İki ilahiyat profesörü, Ali Köse ve Talip Küçükcan, kadim dostları Profesör Ahmet Kavas’a iki yıl önce, ramazanda bir ‘televizyon şakası’ gerçekleştiriyorlar. Malum, ramazanda ilahiyat camiasına gün doğar. Medya bu dönemde din ulemasını kapışır. İftar ve sahur programları reyting yarışında öne çıkar.

Köse ve Küçükcan, Kavas’ı bir kanaldaki sahur programına davet edildiğine inandırıp Eyüp Sultan’da 1,5 saat bekletmişler! Çok aşina olduğumuz televizyon şakalarının ‘ilahi’ bir versiyonu adeta. Bir gizli kamera eksik... Aslında Köse ve Küçükcan’ın bu yaratıcılıklarıyla komedi-realite programlarına ramazanda devreye sokulabilecek yeni bir ‘janr’ kazandırdıkları da söylenebilir!..

Ama Kavas şakayı kaldıramayıp onları mahkemeye vermiş ve 5 ay hapis cezasına çarptırtmış. Şakanın sonu ‘kaka’ yani...

Ben Ali’yi de Talip’i de iyi tanırım. Alanlarında uluslararası düzeyde akademik çalışma ve eserlere imza atmışlardır. Ama onların en önemli özelliği ‘liberal’ olmalarıdır. Pek çok ilahiyatçı ile alanın dışındansanız, hele ki ‘lâ-dini’ bir formasyondansanız aynı ‘kültürel’ dili bulup konuşamazken onlarla ferahlıkla konuşabilirsiniz. Daha da öte akademik ciddiyetlerini eğlenceli olmayı ihmal etmeden sürdürebilen, mizah duyusuna sahip, popüler kültüre de hâkim insanlardır. Bu şaka onun sonucudur ve eminim ‘sevgi’den çıkmaktadır. İnsan sevdiğine şaka yapar çünkü...

Diyanet’in eski başkanı Bardakoğlu, popüler kültürden dine yönelik tehdidi dillendirmekle yetinmişti. Dinin erbabı açısından esas mesele o tehdidi karşılayabilecek, kendisini popüler kültüre teslim değil hâkim kılacak bir kültürel, mizaci ve dahi mizahi donanımda olabilmek... Ali de Talip de böyledir.

O halde “Kadılar ne fetva verirse versin” bana kalsa Ali’yi (Talip beklesin biraz:) Diyanet İşleri Başkanı yapmak lazım!..

(Radikal gazetesinden alınmıştır)