'Suskunlar'ın mesajı es geçilmemeli. Yaşam, insanın bir şekilde kendisinden alınmış çocukluğu geri kazanmak için verdiği mücadeledir

Başlık, Doğan Cüceloğlu’nun Cemil Sönmez’den aktardığı şu sözden: “İnsanın anavatanı çocukluğudur” (‘Keşkesiz Bir Yaşam İçin İletişim’, 2010, s. 28).

Çocukluğun insan varlığı için ‘kritik’ önem ve değerini vurgulayan bu sözü ‘Suskunlar’ın finali hatırlattı.
Sezon ortasında, su başları tutulmuşken çok büyük dezavantajla, üstelik iç acıtıp karartan bir konuyla ekrana gelen ve ayakta kalmayı başaran diziyi ‘Kritik’te değerlendirmiştik.

Çocuk hapishanesinde dayak ve cinsel tacize maruz kalmış dört çocuğun yetişkinliklerinde bu onulmaz yaraya ‘intikam tuzu’ basma girişimlerinden çıkış bulan dizi, doruk noktasına birkaç hafta önce ulaştı. Tacizci İrfan’la (Mehmet Özgür) tacize uğramış Bilal (Sarp Akkaya) yüzleştiğinde...

Bilal’e “Küçücüktün, zayıftın. Güçlenmiş, taş gibi adam olmuşsun. Adamların da var ve benden intikam almak istiyorsun” deyip, “Ama ben senin erkekliğini aldım. Ne yaparsan yap, beni öldürsen de onu geri getiremezsin” şeklinde ‘ölümcül vuruş’ yapan İrfan, muzaffer edayla döndü gitti. Geriye o ‘taş gibi’ Bilal’in gözünden belli belirsiz süzülen bir damla yaş bırakarak...
Burası bence dizinin kilitlenme noktasıydı. Final, tam anlamıyla bu ‘erkeklik kilitlenmesi’yle hesaplaşma olarak karşımıza geldi. Tacizci’yi yıllar önceki ‘taciz koğuşu’nda ‘kurban’ı olan çocukların (‘geçmiş’in) intikamıyla baş başa bırakan Ecevit (Murat Yıldırım), gözünde Bilal’den süzülen damlayı telafi eden yaşla kendisi ve arkadaşlarının o koğuşta mahsur kalmış çocukluğunu ‘azat etti’. Şu sözlerle de İrfan’ın Bilal’e söyledikleriyle oluşmuş ‘kilit’i açtı: “Erkekliğin değil, çocukluğun senin tek hazinen! Onu koru, onu sev!..”
Bu mesajlar, es geçilmemeli. Çünkü hepimizin hayatı, bir şekilde çocukluktaki yara, acı ve âcizlikleri aşmak için çabalamaktan ibaret değil mi? İnsan, hiç büyümez aslında. Yaşam, bir bakıma da insanın bir şekilde kendisinden alınmış çocukluğu geri kazanmak için verdiği mücadeledir.

Ömrümden birkaç sahitlikle örnekleyeyim: Ona hayli uzak davranan ‘abla’sının aslında annesi olduğunu 7 yaşında öğrenen kız çocuğu, orada kaybettiği çocukluğu geri kazanmaya uğraşır yaşamı boyunca. Öğretmen olup ilk atandığı köyde okuttuğu, artık torun-torba sahibi insanlar, o ilk öğretmenlerini hep minnetle andıklarını yıllar sonra oğluna söyler. Çocukluk geri kazanılmıştır.
Mahalle’nin ‘zorba’sından sürekli dayak yemekten bıkıp usanmış çocuk gençliğinde dövüş sporlarına yönelir ve Türkiye birinciliklerine sahip usta bir sporcu olur. Çocukluk geri kazanılmıştır.

5,5 yaşında kalın çerçeveli gözlük taktığı için çocukluğu ‘ezik’ geçmiş çocuk büyür, hocalığı-yazarlığıyla, öğrencisi-okuruyla sarmaş dolaş o eziklikten çıkar. Çocukluk geri kazanılmıştır...
‘Suskunlar’ı alnından öperken son sözü dizide de olduğu gibi Ahmet Kaya’ya bırakalım:
“Geceler mi sen, ben mi
yorgunum
Mermiler mi sen, ben mi
yangınım
Düşlerim tutsak, yüreğim sürgün
İçimde bir çocuk tedirgin
Suskunum, vurgunum,
tedirginim ben
Haylanmaz, uslanmaz, tedirgin...”

(Radikal gazetesinden alınmıştır)