Bazı okurlarım, sağolsunlar, eski yazılarımdan hatırlatmalar yapıyorlar. Bakıyorum da 80’li, 90’lı yıllarda askeri vesayet rejimi, bağnaz ve dışlayıcı milliyetçilik, göstermelik demokrasi, faili meçhul cinayetler, medya siyasetçi ilişkilerinin yozluğu, yargının iktidarların emrine girmesi konularında yazmışım hep.

Kurulu düzeni eleştirmişim.

Bugün gazete köşelerinde ve ekranlarda sık sık rastladığımız eleştirileri dile getirmişim.

Ama askerin güçlü olduğu, karşı çıkmanın cesaret istediği günlerde yapmışım bunu. Bedelini de ödemişim.

Cuntalara karşı söylediğim türküler, yazdığım yazılar, linç amaçlı olarak, büyük gazetelerin manşetlerinden kullanılmış.

Şimdi asker güçsüz; vurmak, eleştirmek, suçlamak kolay. Bunu yapanlar “Aferin” alıyor.

Tam tersine askeri değil, hükümeti eleştirmek cesaret istiyor ve bedel ödetiliyor.

***


Hepimizin gördüğü gibi eski rejim yıkılıyor.

“Eski rejim” sözüyle Atatürk dönemini değil, onun kurduğu yapıyı yozlaştıran, Kurtuluş Savaşı veren ordusunu Latin Amerika ordularına benzeten, “Ben size hiçbir dogma bırakmıyorum” diyen büyük liderin maskesini yüzlerine takarak darbe yapan, bu ülkenin has evlatlarına kıyan, onun “asker siyasete karışmasın” ilkesini ayaklar altına alan darbecileri ve bunların gölgesine sığınarak hırsızlık, yolsuzluk yapan siyaset-iş-medya çevrelerini kastediyorum.

Bu yanlış düzen yıkılıyor ama bunu başaran tek başına AKP değil.

Zalim rejim zaten kendi kendisini yıkmıştı, içeriden çürümüştü.

Bir ülkede 17.000 faili meçhul cinayet işlenir ve sorumlu generaller TBMM komisyonuna tenezzül edip gelmezken, emekli paşalar holding yönetim kurullarında yer alırken, medya sık sık manşet linçleri atarken, Çiller-Yılmaz gibi genel başkanlar birbirlerini aklarken, laiklik adı altında İstanbul sermayesi ve medyasıyla kol kola girip soygun yaparken, işlediği cinayetleri sağır sultanın bile duyduğu subaylar yargılanacak yerde terfi ettirilirken, “rutin dışına çıkmış devlet”, cinayet, uyuşturucu dahil her türlü pisliğe batmışken başka türlüsü olamazdı zaten.

Rejim o kadar çürümüştü ki, bir tiyatro dekoru gibi fasad kalmıştı sadece. İçi koftu, çökmüştü.

Biraz uluslararası koşullar, biraz içerden gayret, biraz da solun birbirini yemesi derken AKP gelip iktidara yerleşti ve zaten çürümüş olan, fiske atsan yıkılacak eski kurumları birer birer tasfiye etmeye başladı.

***


Peki; bugün manzara ne? Sistem tamamen değişti mi?

Hayır!

Eski kudretlilerin koltuklarında yeni kudret sahipleri oturuyor ama sistem yine aynı.

Yine bal tutan parmağını yalıyor, yine muhalif fikirlere tahammül yok, yine Türkiye’nin sorunları temelden çözümlenmiyor.

Şair dilinden kısaca söylersek:

Türkü yine o türkü, sazlarda tel değişti

Yumruk yine o yumruk, bir varsa el değişti

Neyzen Tevfik bu dizeleri yazalı kaç yıl geçmiş ama sistem hep bu.

***


ÖZET

Bu ülkede siyasi bakımdan üç düşünce grubu belirdi.

Birinciler “Eskiden herşey çok güzeldi, bunlar geldi berbat etti” diyor.

İkinciler “Eskiden herşey berbattı, bugün herşey çok güzel” diye haykırıyor.

Küçük ama vicdanlı bir grup ise “Eskiden de yanlış işler oluyordu, şimdi de olmakta” eleştirisini getiriyor.

Herkesi makul olmaya, aşırılaşmamaya, küfretmemeye, düşman olmamaya, bölünmemeye, aynı ülkenin yurttaşı olduğumuzu unutmamaya çağırıyor.

Üçüncü çizgiyi benimseyenler, hiçbir kutba dahil olmadıkları için yalnızlaşıyorlar, kimse onları savunmuyor, bir “mensubiyet” kalkanı arkasında değiller ama bu yalnızlık tedirginliği bile sürüye katılmaktan daha güzel.

Çünkü yarın utanmayacaklar. Bir zamanlar nasıl cuntalara karşı çıkma cesareti göstermişlerse bugün de iktidarı eleştirmekten çekinmeyecekler. “Pişmanım” diye yazı yazmak zorunda kalmayacaklar.

Tarih boyunca bütün dünyada vicdanlı aydın tavrı bu olmuş.

(Vatan gazetesinden alınmıştır)