Yazılar okuyorum: Ah herkes ne kadar saldırganmış, kimse kimseye huzur vermezmiş, siyaset çok iğrençmiş, başarı düşmanlığı iliğimize kemiğimize işlemiş... Bir parça huzur özlenirmiş.

Elbette güzel yakınmalar, güzel dilekler bunlar. İtiraz edecek kimse de çıkmaz.

Ama bunları yazanlara bir tavsiyem var: Arada bir eski yazılarınıza göz atın. Dönemin rüzgârına kapılarak neler yazdığınızı okuyun. Toplu basın linçlerine katılıp katılmadığınızı araştırın.

Başarı düşmanlığı yapıp yapmadığınızı inceleyin.

Satır arasında saklanamayacak hale gelen haset cümleleri kaleme alıp almadığınıza bir bakın.

Ondan sonra girişin bu yakınmalara, huzur ve temizlik arayışlarına.

Çünkü eğer bunu yapmaz ve içinizden dahi olsa “nedamet getirmezseniz“ aynı suçları bir daha işleme yolu her zaman açıktır.

Eğer aynaya bakıp da “Ben yazılarımda kimseyi küçültmedim, kimseye hakaret etmedim, kimseye iftira atmadım, kimseyi kıskanmadım, hiçbir siyasi komplonun içinde yer almadım, adam öldürmeyi teşvik etmedim, bu eylemleri övmedim“ diyebiliyorsanız ne mutlu size.

O zaman alnınız açık, yüreğiniz tertemiz, bu sözleri söyleyebilirsiniz.

Ama eğer geçmişiniz linçlerle, iftiralarla, masum insanları karalamakla doluysa; bugün, samimi olduğunuzu ispat etmek için önce özeleştiri yapmanız, bir şekilde pişman olduğunuzu hissettirmeniz gerekir.

Çünkü yazı kalıcıdır ve zeytinyağı gibi üste çıkma özelliği pek yoktur.

Hadi diyelim ki kaleminizi, savunmasız kişilere karşı kullanmış olma suçuna -ki çok önemlidir- aldırmıyorsunuz. Unutulur gider diye düşünüyorsunuz.

O zaman büyük toplumsal trajedilerde ne yazmış olduğunuzu okuyun.

Mesela dün, Sivas’ta otuz beş aydının yakılarak öldürülmesi utancının yıldönümüydü.

Açıp, o dönemde neler yazdığınıza bakın.

Kurbanlardan yana mı oldunuz, yoksa “ama tahrik mahrik“ diye binbir mazeret üretip, katliamı mazur mu göstermeye çalıştınız?

Gazi Mahallesi katliamına da bir göz atın.

Gencecik masum insanlar can verirken, zalimin yanında mı durmuşsunuz, mazlumun yanında mı?

Ya ölüm oruçları?

Hayatla alay edilircesine “Hayata Dönüş“ adı verilen bu hunhar operasyonda, alev kusan silahlarla yakılan gencecik kızları, delikanlıları mı savundunuz, eli kanlı canileri mi?

Ya Musa Anter cinayetinde ne yaptınız, ne yazdınız?

Ahmet Kaya ve birçok sanatçı, aydın, yazar linç edilirken neler karaladınız?

Yaşar Kemal mahkûm edilirken kaleminiz kimden yana oynadı?

Hiç polis, asker, hükümet emriyle haber yaptınız mı, olayları kararttınız mı?

On yılda iş kazalarında hayatını kaybeden 12 bin işçi için tek satır yazdınız mı?

Yoksa, fakirliğin pençesinde inim inim inleyen milyonlarca insanın yüzüne gülerek, Fransa’da hangi lokantanın iyi olduğunu, hangi Yunan adasında iyi eğlenildiğini, insanın nerede en iyi tıkındığını mı anlattınız?

***


Bu sorular bitmez ama yer biter!

En iyisi ben son bir öneride bulunayım:

Yazar beyler, yazar hanımlar!

Ellerinize bakın: Lady Macbeth’in ellerindeki gibi kan izleri görüyor musunuz, görmüyor musunuz?

Eğer o izler duruyorsa, hiç olmazsa başınızı öne eğerek susun.

Pişkin pişkin dolanmayın ortalıkta.

(Vatan gazetesinden alınmıştır)