Biliyorsunuz tartışma sıcak, iddiaya göre bugünlerde 28 Şubat\'ın rövanşı alınıyormuş.

Kimileri bunu ileriye götürerek uzun bir liste sıralamışlar:

 \"Dün askerlerin yaptığını bugün polis yapıyor, ekonomide güç dengeleri değişti, eski sermaye gruplarının yerine yeni gruplar geçiriliyor (yeşil sermaye iması), eğitimde 28 Şubat\'ta yapılanın bugün tam tersi yapılmak isteniyor, dün muhafazakâr muhalif medya baskı altındayken bugün merkez medyanın iktidarın baskısı altında olduğunu iddia ediliyor. Ve arkasından soruluyor, ne değişti?

Mesele dikonomik bir çerçevede ele alındığında, ancak biz ve öteki mantığıyla bir savunma ya da bir saldırı bildirisine dönüşür. Zaten buradan bakarsanız görülebilecek hiçbir şey yoktur. Bu mantık \"Biz şunu yaptık onlar şunu yapıyor, biz böyle yaptık onlar şöyle yapıyor\" gibi karşıtlıklar içeren bir kısır döngüden öteye gitmez. Elbette ki, böyle bir mantığın değişmeyi anlamasını beklemek de nafile bir çabadır.

Çıkmaz sokaklarda dolaşmak

Bu durumda tartışmayı, açıklama gücü olan bir mantığa taşımak gerekir. Bu sebeple nelerin değiştiğini ve neden değiştiğini araştırmak zorunlu hale gelmiştir. Önce şunun açıkça ortaya konması gerekir, bugünkü Türkiye 1980\'lerden başlayarak her geçen yıl değişim dalgasının biraz daha yükseldiği, biraz daha hızlandığı bir ülke haline gelmiştir.

Buranın ekonomisi değişmiştir, toplumsal sistemi, sosyolojisi değişmiştir, uluslararası ilişkileri ve konumu değişmiştir, siyasal yapısı ve güç dengeleri değişmiştir. Bunları yok sayarak, göremeyerek sığ ideolojik bakışlarla gerçeği ve olguları yok sayarak, hiçbir şey değişmiyor gibi bir sonuca ulaşmak körlükten öteye bir şey değildir.

\"Türkiye\'de dün cuntacı askerlerin yaptığını, bugün polis yapıyor\" ifadesini ele alalım. Buradaki sorun çok açıktır. Darbeler ve müdahaleler sürecinin yarattığı ideolojik ve politik ortam, askerlerin rolünü hukuksuzluğa taşımış, orduyu meşruiyetten uzaklaştırarak politik bir kuruma dönüştürmüş ve bu konumundan kalkarak askerlerin devletin içindeki iktidar alanını neredeyse devlet özdeş bir cesamete ulaştırmıştır.

Polis ne kadar güçlü olursa olsun, hem teorik hem de pratik olarak, kendisi için bir iktidar yaratma yeteneğine sahip değildir. Çünkü polis iktidarını üretecek tarihsel, kültürel, siyasal geleneğe ve toplumsal temellere sahip değildir. Polisin varlığı hükümetlerle kaimdir.

Demokrasinin d\'sinin işlediği durumlarda dahi polis, seçilmiş hükümetlerin emrinde ve kontrolündedir. Dolayısıyla seçilmiş hükümetlerin denetimini sağlayan mekanizmaları işledikçe, seçimler yapıldıkça, polisin bir iktidar üretme ve sürdürme kabiliyeti söz konusu değildir. Askerin konumu ise oldukça farklıdır. Ancak bütünüyle demokrasi işliyorsa ordu gücünü Meclis\'ten ve milletten alır, denetime açık hale gelir.

Değişimin dönüştürücü gücü

Peki, burada değişen nedir? Değişen ordunun militarist ideoloji çerçevesinde devlet üzerinde kurduğu tahakkümün, sivil toplumun güçlenmesiyle birlikte tasfiye edilmeye başlamasıdır. Esas rahatsızlık, ordunun fonksiyonel olarak normalleşme sürecine girmiş olmasıdır. Büyük bir bürokratik militer gelenekten kopuşun yarattığı travmaları doğru okumak gerekir.

Türkiye\'nin sermaye yapısının değişimini, ekonomik gelişme sürecini, işgücünün yapısal olarak bu değişimlere ayak uydurması gerektiğini, bunlarla paralel gelişen eğitim politikalarını birlikte değerlendirmeden bütün bu toplumsal süreçleri, laiklik ve irtica gibi kavramlarla analiz etmeye çalışmak, 1960\'lar, 1970\'ler dünyasında yaşamak anlamına gelir ki, bu bir yanılsamayla, postmodern bir tartışma arayışıyla aslında 28 Şubat\'ı aklama girişiminden uzağa gitmez.

BUGÜN