Son zamanlarda işçi hareketi üzerinde 'kara bulutlar' dolaşıyor.

Bilhassa, bazı örgütlü sermaye gruplarının yürüttüğü "işçi haklarının ekonominin önünde engel olduğu" kampanyası, esas olarak siyaseti etkilemeyi amaçlamıştır. Bu yönde oluşturulacak kamuoyuyla, yaratılacak baskıyla, zaten sınırlı düzeyde bulunan 'emeğin kazanılmış haklarının' da budanması anlamına gelmektedir.

Kıdem tazminatıyla ilgili ortaya atılan taslak, işçilerin çalışma hayatı boyunca kazandıkları kıdemin, tanzim edilmesine dönük bir hakkın ortadan kaldırılmasını, neredeyse yok edilmesini hedeflemiştir. İşçilerin çalışma hayatı boyunca kazandıkları kıdemin, kendilerine sağladığı bir nevi güvence, ellerinden alınmak istenmektedir.

İşçinin kıdemi

İşçi çalışıp, alın terini işine kattıkça, belli bir ücret almaktadır. Zaman içerisinde bu ücretle karşılanmayan kıdemi, tecrübesi, birikimi ise yine kendi ürettiği katma değerden bir pay olarak, işveren tarafından işçinin işinden ayrıldığı veya emekli olduğu durumda, kendisine o güne kadar çalıştığı her yıl için, bir brüt aylık ücret tutarında kıdem tazminatı olarak ödenmektedir.

Bazı sermaye grupları, yıllardır gözlerini, hırs bürümüş bir şekilde kıdem tazminatına dikmişlerdir. Onu ortadan kaldırmak için önce, "böyle bir uygulama dünyanın hiçbir yerinde yok" diyerek bir yalanı kamuoyuna benimsetmeye çalışmışlar, bunda tutturamayınca "işsizlik sigortası varken kıdem tazminatı niye olsun" demeye başlamışlar. Bu da sökmeyince, "kıdem tazminatının istihdamın önündeki engel olduğunu" bile iddia etmeye başlamışlardır. Bu kafa, emeği bir değer olarak görmeyen, geri bir anlayışı temsil eden, on dokuzuncu yüzyıl kafasıdır.

Başta Türk-İş olmak üzere, sendikaların kıdem tazminatı konusunda çok hassas oldukları bilinmektedir. Nitekim, bu taslak ortada dolaşınca Türk-İş Yönetim Kurulu, İstanbul'da toplanarak tavrını açıkça ortaya koyup, 'işçinin kıdem tazminatı hakkının ne pahasına olursa olsun savunulacağı' mesajını verdi.

Sendikalar bu konuda nasıl hassas olmasın ki? İşçilerin, zaten çok kısıtlı olan ekonomik ve sosyal haklarının, en önemlilerinden birini teşkil eden kıdem tazminatı, açıkça budanmak, neredeyse yok edilmek isteniyor.

İstismardan verimliliğe

Türkiye'nin kapitalistleşme sürecindeki birikim modelinin, çeşitli toplumsal avantajları kullandığı, 'siyasal rant' diyebileceğimiz, devletin sağladığı koruma, teşvik, ithal ikamesinin yarattığı fırsatlar veya doğrudan kamu kaynaklarından aktarılan kaynaklar üzerinden işlediği bilinmektedir. Başta sendikal özgürlükler olmak üzere, sosyal ve ekonomik hakların kısıtlı olması sayesinde, düşük ücretli emeğin istismar edilmesi hoyrat bir biçimde yıllarca kullanılmıştır.

Yirmi birinci yüzyılın başındaki Türkiye'de, emeği hâlâ en temel haklarından mahrum bırakarak, hatta onun kıdem tazminatına el uzatarak bu işi sürdürmek istemek yanlış bir tutumdur.

Çağdaş işletme ve işveren kavramı, çalıştığı yere güven duyan işçi anlayışını benimsemeyi gerektirir. Bu güven ilişkisi, işletmenin verimliliğinden, değişime açık tutumuna, yeniliklere uyum sağlayacak bir potansiyele sahip olmasına kadar uzanan, bir anlam içermektedir. Bu açıdan işletmelerin kısa vadeli, dar düşünceyle hareket etmemesi, kıdem tazminatı meselesini, kurumsal bir düzenlemeyle, güvence altına alınmasına dönük bir projeyi desteklemeleri daha doğru olacaktır.

Bütün bu süreç içerisinde, Çalışma Bakanı Sayın Faruk Çelik'in yaklaşımının, işçi sendikaları tarafından rahatlatıcı bir tavır olarak karşılandığı görülmektedir. Çalışanlarla Bakan arasında kurulan bu olumlu tutum beraberliğinin, çalışma barışı açısından büyük önem arz eden, kıdem tazminatı konusunun çözümüne katkı yapması beklenir.

(Bugün gazetesinden alınmıştır)