Ülkemizde sivil denince askeri üniforma giymeyenler, kısaca askerlikle ilişkisi bulunmayanlar anlaşılır.

Bu sebepledir ki, 1980\'lerin başında sivil, sivil toplum gibi kavramlar sıkça söylenmeye başlandığında, bu ifadeleri kullananların birçoğu askeri olmayan bir şeyi ima etmek için, her cümlenin başına, ortasına ve sonuna bu kavramları serpiştirmeye özen gösterirdi.

Sanırım yanılgının ilk durağı, sivil kavramının dilimizdeki karşılığı olan \'medeni\' ile bağının yeterince kurulamamış olmasıdır. Bir diğer problem ise, sivilin köklerinin tarihsel olarak tahrip edilmiş olmasından dolayı, kültürümüzde zengin çağrışımlarının ve elbette ki karşılıklarının tahayyül edilememesiyle ilgilidir.

Sivil kim?

Türkiye\'de sivil toplumun tahrip edilmiş kaynakları derken kastedilen, imparatorluk yapısı içinde kendi çağının sivil kurumları olan unsurlardır. Başta vakıflar olmak üzere, iç içe geçmiş dinsel-mesleki örgütlenmelerden doğrudan doğruya cemaat çoğulculuğunun bütün birimlerine uzanan yapılar, Batılılaşma sürecinde ya deforme edilmiş ya devletleştirilerek tasfiye edilmiştir. İmparatorluk birikiminin bu önemli sivil unsurlarının yok edilmesinin, bir başka çağda, bir başka zamanda demokrasi sorunu olarak yaşanacağı, o zaman kimin aklına gelirdi?

Daha sonra politik toplum, ideolojisiyle ve bu ideoloji çerçevesinde devşirip dönüştürdüğü bürokratik kadrolarıyla güçlenip geliştikçe, sivil kalıntıları bozarak kendine eklemlemiş, toplumda sivil bir inisiyatif alanı bırakmamıştır.
Tarihsel bir çelişki olarak yorumlanması gereken mesele, bütün bu ideolojik tahakkümün oluşum sürecinin Batılılaşma çerçevesinde zuhur etmiş olmasıdır. Batı\'da sivil toplumun güçlendiği bir çağda, Türkiye\'nin Batıcıları sivil toplumun mezar kazıcıları olmuşlardır. Geriye de koskoca bir devletten ve onun beşeri unsurlarından oluşan politik toplumdan başka bir şey kalmamıştır.

Türkiye\'nin sanayiye doğru değişimiyle birlikte sivil unsurlarının ortaya çıkması, bilhassa 1980\'lerden sonra her geçen yıl, adım adım varlıklarını daha çok hissettirmiştir. Bir taraftan ekonomide ortaya çıkan değişmeler, diğer yandan nüfus yapısındaki gelişmeler ve eğitilmiş insan niteliğinin artması gibi olaylar, yeni bir toplumsal ilişkiler düzeni arayışına yol açmıştır. Toplumsal değişimin yarattığı yeni farklılaşmalar sonucu oluşan çoğulcu yapının dinamikleri, çok sayıda yeni örgütlenme biçimini, yeni toplumsal formasyonları ve yeniden cemaatleşmeyi üretmeye başlamıştır.

Demokrat kim?

2000\'li yıllar bu büyük yapı değişiminin sorunlarının en çok tartışıldığı yıllardır. Son zamanlarda daha sık tartışılan cemaatler, dini gruplar, ticari ve ekonomik topluluklar gibi konular aslında bütünüyle toplumda sivilleşme süreçlerinin ürettiği yeni bir durumun göstergeleridir. Bu değişim içinde komplocu bakarak, bunlar devleti ele geçirecekler gibi bir söylemle yaklaşmak meseleyi anlamaktan oldukça uzak bir tavırdır.

Oysa buradaki asıl ciddi sorun, bu sivil yapıların zihin dünyalarının demokratik bir kavrayışa sahip olup olmamasıdır. Politik toplumun ürettiği \"Benim doğrularımın dışında hiçbir şey doğru olamaz\" anlayışı, Türkiye\'nin zihinsel kodlarında demokratik kültürün oluşumunun en büyük düşmanıdır. Bu kodların ister resmi ideolojiyle, ister Batılılaşma ideolojisiyle toplumun derinliklerinde simetrik bir şekilde algılanması, bugün sivil kimlik ve konumda olan birçok yapının kolayca antidemokratik bir tutuma kaymasına yol açabilir.

Bunun çözümü, sivilleşmeyi demokratik değerlerle buluşturacak bir sürece taşımaktır. Tarihin bunu yapacağını biliyoruz, ama bunun bilincinde olmak değişimi hızlandıracaktır.

(BUGÜN)