Son 1 Mayıs'ta gündemin medya tarafından ilginç bulunan konusu, antikapitalist Müslüman gençler oldu.

Medya konuyu yeni keşfetmiş gibi, oysa bu meselenin hiç de kısa sayılmayacak bir tarihi var.
Sömürgecilik sonrası dünyada, bağımsızlığını kazanan ülkelere dönük iki önemli hareket dikkat çekmiştir. Bunlardan biri, doğal olarak sömürgeciliğe karşı duyguların yarattığı milliyetçilik akımları, diğeri de sömürgecilik sonrası bir toplumsal düzen arayışı olarak sosyalist hareketlerdir.

Sömürgeci ülkeler, sömürge haline getirdikleri halkların başta kültürleri olmak üzere, bütün varlıklarını tahrip ederek yok etmeye çalışmışlardır. Ağır bir sömürü ve baskı döneminde, bu ülkelerde ortaya çıkan milliyetçilik akımları bir anlamda bu halkların varlık iddialarını yansıtmaktadır.

Dünyevi ve dini olan

Sosyalist hareketler ise oldukça problemlidirler. Bir defa teorik olarak sosyalizm, ileri düzeyde gelişmiş kapitalist toplumların, alternatif bir toplumsal düzen arayışının politik programı olma iddiasını taşımaktadır. Bırakınız kapitalizmin ileri aşamasını, kapitalizmin şartlarının bile henüz oluşmadığı geri kalmış toplumlarda, yani kapitalistin, işçi sınıfının adının bile anılmadığı toplumsal sistemlerde, sosyalizm arayışının beyhude olduğu açıktır.

Bir dönem, bazı Müslüman toplumlarda çeşitli siyasi gruplar kendilerine göre ilginç bir deney yaşamaya kalktılar. Mısır'da Nasır sosyalizmle milliyetçiliği, Libya'da Kaddafi sosyalizm, milliyetçilik ve İslam'ı yine Cezayir'de Kurtuluş Hareketi benzeri bir anlayışı siyasal bir program haline getirmeye çalıştı. Bütün İslam dünyasında bu ve benzeri hareketler ve düşünce adamları görülmekte gecikmedi.

Mustafa Sibai'nin İslam ve sosyalizmi bir araya getirme çabası, Ali Şeriati'nin biraz daha ileri giderek Marksizm ve İslam'ı bir araya getirme çabası, hep bir kafa karışıklığı örneği olarak hatırlanabilecek olaylardır.
Kafa karışıklığı diyorum çünkü dinle beşeri bir doktrini uzlaştırmaya çalışmak, dini doktrinle veya doktrini dinle meşrulaştırmaya çalışmak, niteliksel olarak farklı olanları uzlaştırma girişimidir ki, varlığın tabiatına aykırıdır. İslamiyet bir kalkınma modeli, bir iktisat politikası, aracı ya da belli bir tarihsel-toplumsal model olarak anlaşıldığında, onun evrensel olan tarafıyla zamana ait mesajından kopulmuş olur.

Tarihsel durum

Bugün 1 Mayıs'a katılan antikapitalist Müslümanlar gibi, işadamlarının toplantılarına katılan kapitalist Müslümanlar da yaşadığımız toplumsal-tarihsel durumun bir sonucudur. Kimse kendi durumuna bir kutsallık misyonu atfetmesin. Burada tarihsel ve kültürel olanla politik tavırlar arasındaki ilişkiyi tartışmak gerekir.
Kapitalizm bir tasarım değil, tarihsel bir formasyondur ve değişim dinamikleri toplumdan siyasete, ekonomiden teknolojiye, bilimden kültüre çok boyutlu etkileşim süreçlerinden geçerek oluşur. Kapitalizmin sorunlarına karşı duyarlı olmak, onların aşılması için politika üretmek Müslümanlığın kriteri değil, politik ve ahlaki bir tavırdır. Müslümanların bu duyarlılığa sahip olması beklenen bir tutumdur. Bu duyarlılığı sosyalizmle karıştırmak, onun içinden açıklamaya çalışmak başka bir sorunun parçasıdır.

Kapitalist çağda Müslümanlar, her şeyden önce bu çağın tarihsel bir durum ve her tarihsel durum gibi değişmeye mecbur olduğunu bilerek, nasıl aşılacağına dair düşünmek zorundadırlar. Bunu yaparken kendi inançlarını rehber edinmeleri, saygıdeğer bir tavırdır ama meselenin bilimsel boyutlarını düşünmeden siyaset, sosyoloji ve ekonomisiz çözülemeyeceğini de görmek durumundadırlar. Kısacası kolaya kaçmak yok...

(Bugün gazetesinden alınmıştır)