Biz Türkler bir konuyu gündeme getirirken illa da bir hamaset ve duygu sömürüsü yapmadan duramayız. Gerçi bu durum sadece bize mahsus da değil ya. Tam bir şark kolaycılığı. Halbuki bu iki unsurun hakim olduğu tartışmalardan sağlıklı bir sonucun çıkmadığını cümle alem bir milyon defa tecrübe etmiştir. Bırakın sağlıklı bir sonucun çıkmasını, durum daha da beter hale gelir.

Halbuki hamaset ve  duygu sömürüsünün olduğu yerde meselelerin sağlıklı bir analizini yapmak mümkün değildir, zira bu durumda veriler çarpıtılır ve seçici bir yaklaşım söz konusu olur. Vurgu, hamaset ve duygulara yapıldığı için de meselenin özü bilerek veya bilmeyerek göz ardı edilir. Öz gözardı edilince de çözüm de tabii olarak gelmez. Netice itibariyle de meseleler bir kısır döngüye dönüşür.

Konuyu son zamanların moda konusu  ailelerinden alınan çocuklar dramına getirmek istiyorum. Avrupa ülkelerinin bir çoğunda değişik sebeplerden dolayı  ebeveynleri tarafından ihmal edilen çocuklar evlerinden alınarak koruyucu aile veya bakım evlerine gönderilmektedir. Bu durum şüphesiz sadece ihmalle sınırlı kalmamaktadır. Şiddet, taciz, istismar gibi çocukların ömür boyu muzdarip olacakları davranışlar da söz konusudur. İstisnalar bir kenara bırakılacak olursa, mağdur çocukların evlerinden alınıp başka ailelere veya kurumlara teslim edilmesi gerekli bir müdahaledir. Aksi takdirde  çocukların mağduriyeti telafi edilemez boyutlara varabilir. Dünyadaki hemen hemen her ülkenin imzaladığı Uluslararası Çocuk Hakları Antlaşması da ülke yetkililerini müdahaleye zorlamaktadır.  Asıl mesele magdur çocukların korunması değil, korunmamasıdır. Uygulamadaki bir takım aksaklıkları temel alıp çocuk haklarının takibi için çok önemli bir aracı acımasızca eleştirmek sağduyulu bir yaklaşım olmayacaktır.


Başta da belirttiğim gibi son zamanlarda evlerinden alınıp koruyucu aile veya kurumlara verilen çocuklar oldukça sık işlenen bir konu. Gün geçmiyor ki evlerinden alınıp bir ‘Hristiyan’ aileye verilen Müslüman çocuklardan bahsedilmesin. Hatta bazı kurumlar konuyu Avrupa çapında gündeme getirmek için girişimler bile başlattılar. Çocuklar için endişe duyup onlara sahip çıkmak çok güzel bir tavır, ancak bu sahip çıkmanın asıl sebebi maalesef çocukların mağduruyetini gidermek değil,  hamasi yaklaşımlarla duygu sömürüsü yapmaktır. En azından eylem ve söylemlerden bu anlaşılmaktadır. Aksi takdirde önce meselenin bir analizi yapılıp, meselenin çozümü için gerçekçi ve köklü projeler üretilirdi.


Önce şu Müslüman çocukların ‘Hristiyan’ koruyucu ailelere verilmesine bir göz atalım. Her şeyden önce bu doğru değildir. Doğru olan koruyucu aile olmak isteyenlerin Müslüman olmadığıdır. Bu ailelerin Hristiyan olabileceği gibi, Yahudi, ateist veya başka bir inançtan olması da muhtemeldir. Hatta bazıları eşcinsel çiftlerden oluşan ailelerdir. Şayet bu ailelerin kendilerinin evlerine almak istedikleri çocuklarla ilgili bir tercihleri yoksa, onlara her inanç ve etnik gruptan çocuklar verilebilmektedir. Burada önemli olan çocukların o an ihtiyacı olan sıcak bir yuva ve gereken ihtimamdır. Onun dışındaki her şey ikincildir. İkincil bile değil, önemsizdir. Müslüman koruyucu aileler var da bu çocuklar illa da Müslüman olmayanlara mı veriliyor? Tabii ki değil!


Koruyucu aile ve korunmaya muhtaç çocuklar konusunda Hollanda gerçeklerine şöyle bir bakalım. Göreceğimiz tablo bazılarının göstermek istediği tablodan çok farklı olacaktır. Belki de bazılarımızın vijdanı sızlayacaktır. Hem çocukların içinde bulunduğu durumdan hem de onlara sahip çıkmadıklarından dolayı vijdanlar sızlayacak. Nedir bu gerçekler? En önemli iki gerçek var. Birisi korunmaya muhtaç çocukların üçte birinin Batı kökenli olmayan ailelerden geldiğidir. Batı kökenli olmayanların büyük bir çoğunluğu da Müslüman olduğuna göre durum apaçık ortadadır. Bu oran büyük şehirlerde yüzde ellidir.  Ve bu çocuklar hep ‘beyaz’ ailelere verilmektedirler.  İkinci gerçek ise bir kaç istisna hariç, bu çocuklara bakacak bir tek Müslüman ailenin olmamasıdır. Burada eleştirilmesi gereken kimdir sizce dersiniz?


Hollanda’da mağdur çocuklara hizmet veren Koruyucu Aile Kurumları (Pleegzorginstellingen), yıllardır Müslüman ailelerin de konuya el atması için kampanyalar yürütmektedirler. Sonuç maalesef sıfıra sıfır elde var sıfırdır. O yüksek perdeden ahkam kesenlerin sesi soluğu çıkmaz, çıkmadığı gibi belki de vijdanı sızlayıp sorumluluğunu yerine getirmek isteyenlere de saçma sapan gerekçelerle engel olmaktadırlar. Kendileri bir şey yapmadıkları gibi yapanları veya yapmak isteyenleri de caydırmaktadırlar.


Şayet bu meseleye el atmak istiyorsak, önce meselenin ne olduğunu iyi kavrayalım. Bunu kavrayabilmek için de iyi bir analiz gerekir. Öyle “verin bana parayı, ben bu işi çözerim” demekle çözülmez bu mesele. Bu iş ciddi uzmanlık istediği gibi, disiplinlerarası işbirliğini de gerektirir. Öyle uzaktan bir iki memur ve bir iki ‘gözüaçık’ projeciyle çözülemez. Her şeyden önce maksat üzüm yemek olmalıdır!
Ahmet Suat Arı14 Şubat 2013©Haber Gazetesi için kaleme alınmıştır.