Bu gün “babalar günü”… Her ne kadar “anneler günü”,”babalar günü”,”sevgililer günü” gibi genelde tüketimi pompalayan akıllı bir halkla ilişkiler çalışmaları olsa da seviyorum gene bu günleri. Biraz daha fazla hatırlanmasına neden oluyor insanların.Piyasa canlanıyor,küçük de olsa bir armağan, bir öpücük, bir mesaj ,telefondan da olsa gelen sıcak bir ses,sürpriz bir ziyaret ,birlikte yenen bir yemek ,eski bir fotoğrafa bakılarak duyulan hasret,belki de yapılan veya yapılması gereken bir muhasebe ….Yani yararı oluyor bu özel günlerin …Özel günler hep oldu yaşamımızda, olmaya da devam edecek …
Bu nedenden bu pazarın öyküsü babalar günü ne ait.

Aslında bu yazı Türkiye’de yayınlanan Tempo dergisinde 2005 yılının aralık ayında yer almıştı.. Tanınmış yazar Tuna Kiremitçi her sayıda güzel bir yazı yazıyordu dergide o zamanlar.

Yönetmen Çağan Irmak’ ın unutulmaz filmi “Babam ve Oğlum” inanılmaz bir gişe başarısı yakalamış, sinemalar dolup taşıyordu. Sanırım çok kişi bu filmde kendi yaşamından da bir şeyler bulmuş ve kimileri defalarca da izlemişti.

Tuna Kiremitçi işte o film üzerine yazmıştı bu yazısını. Ve daha başlığından çarpmıştı beni…”Hayallerin Neydi Baba ?”
Okuyunca hatırlamıştım hemen… hiç sormadığımı bu soruyu ve buna benzer soruları babama..Sonra ben baba oldum..Bana da sormadılar …Daha sonra oğlumun çocuğu oldu bakalım o soracak mı babasına? Akıp giden hayat ,süregelen yaşam savaşı, günlük dertler pek de imkan vermiyor ,zaman bırakmıyor gerçekte bu sorulara ne sormaya ve de yanıtlamaya zaten……

Gene de Sevgili Kiremitçi ‘nin dediği gibi biraz daha vakit var ..Gidin sorun babanız hayatta ise …”Hayallerin Neydi Baba?” diye …Kum saati boşalmadan”…

“Hayatımız babalarımızı affetmekle geçiyor zaten... Onun yanlışlarını, elinden gelmeyenleri, aklının ermediklerini affetmekle... İnanıyoruz çünkü küçükken, babamızın bir kahraman olduğuna
“Ona bir oda ver” diyor Sadık babasına; “gidecek hiçbir yeri yok...”
Yanında üzgün bir çocuk. Annesini hiç tanımamış. Üstelik tarihin rüzgarı babasından da koparmış onu. Şimdi elinden tutan hasta bir babayla kapısını çalıyor dedesinin. Yani bir başka babanın, bir başka oğulun kapısını.
Çağan Irmak’ın son filmi “Babam ve Oğlum”da geçiyor tüm bunlar. Bir oğul yıllardır konuşmadığı babasının kapısını çalıyor, işkencelerden geçerken onu ayakta tutmuş olan tek şeyi, yani gururunu yenerek...
Geçmişte babasına söylediklerini unutup ondan dinlediklerini de içine gömerek. Babasını affederek yani. Affetmeyi deneyerek...
Hayatımız babalarımızı affetmekle geçiyor zaten... Onun yanlışlarını, elinden gelmeyenleri, aklının ermediklerini affetmekle.
İnanıyoruz çünkü küçükken, babamızın bir kahraman olduğuna.
Gerçeği anladığımızda çocukluğun sağlam duvarında ilk çatlak açılıyor. O zaman Süperman’i yere seren dev bir kriptonit taşı gibi çıkıyor hayat karşımıza. Babalarımızı yaşlandıran, onları güçten kuvvetten düşüren uğursuz bir madde gibi...
Belki de o an büyümeye başlıyoruz. Zaman bizim için soyut bir kavram olmaktan çıkıp somutlaşıyor, elimizi uzatsak dokunabileceğimiz bir maddeye dönüşüyor. Onun sayesinde yeni bir yüzüyle karşılaşıyoruz babamızın; bağışlanması gereken yüzüyle.
Filmdeki çocuğun babasının ruhu da ciğerleri de iyileşmeyecek şekilde hastalanmıştı. Küçük Deniz, Süperman’in ölümüne çok erken yaşta tanık oldu bu yüzden.
Çocuk da o an büyümeye başladı işte. Babasını tamamen anlayıp affedene kadar devam edecek olan ergenliğine ilk adımı attı. Küçük ruhundaki yaralar, yanaklarında çıkacak kocaman sivilcelerden çok daha fazla acıtacaktı canını.
İyileşmenin tek yolu vardı üstelik: Babasını affetmek. Hepimiz babalarını affetmek zorunda kalan çocuklar değil miyiz sonuçta?
Hatta bir erkeğin gerçekten büyüyüp büyümediğini buna bakarak anlayabiliyoruz. Biz erkekler babamızı affettiğimizde büyümeye başlıyoruz aslında. Galiba baba olmanın dramı da burada. Çocuğumuz için elimizden geleni yapacağız önce, sonra da yapamadıklarımız için bizi affetmesini bekleyeceğiz.
Onlar da büyük bir iyi niyetle affetmeye çalışacaklar bizi; bunun imkansızlığını bile bile...
Yüzde yüz affedilmez babalar. Çünkü onlar kahramandır.
Çizgi romanlardaki yemek yemeyen, tuvalete gitmeyen ya da sevişmeye figürler gibi kudretlidirler hayata karşı. Ne kadar istesek de bunun gerçek olmadığını kabul edemeyiz.
Filmdeki küçük Deniz’in babasını tam olarak ne zaman affettiğini biliyorum aslında. Bunu yapmak için büyümeyi, iyi bir yönetmen olmayı ve babasının öyküsünü beyazperdeye taşımayı bekledi.
“Ona bir oda verin” dedi bize, babasını göstererek: “Gidecek başka yeri yok.”
İnsan ister istemez düşünüyor tabii; “Ben kendi babamı affedebildim mi?” diye. Tabii hemen yetişiyor vicdanımız ve ekliyor: “Oğlumuz bizi affedecek mi?”
Hayat o iğrenç kriptonit taşlarını kafamıza atmaya başladığında, bizimle beraber çocuklarımız da yaralanacak mı?
Nasıl özür dileyeceğiz onlardan?
Küçükken kahraman olduğunu düşünüyoruz babamızın. Canavarlarla dövüşen bir şövalye, yenilmez bir prens... Sonra bir bakıyoruz, saçları beyazlamış, omuzları çökmüş, sırtı eğilmiş adamcağızın... O an küsüyor ve kendisini hiçbir zaman affetmeyeceğimize yeminler ediyoruz.
Allah’tan büyüyoruz sonra... Hayatın canavarları bizim de kolumuzu bacağımızı ısırmaya başladığında anlıyoruz; meğerse babamızın gerçekten kahraman olduğunu. Bizim için hangi güçlüklere katlandığını. Kimlerle hangi savaşları yaptığını, nelerden vazgeçtiğini.
Hangi hayalleri bizim için yüreğine gömdüğünü.
“Hayallerin neydi baba?” diye sormak isterdim, eğer hayatta olsaydı ona. Zamanında akıllılık edip benim ve kardeşimin uğruma nelerden vazgeçtiğini, kimlerden uzaklaştığını öğrenebilseydim, onu kahraman olmadığı için affetmem işten bile olmazdı şimdi.
Tabii artık yaşamadığı için bu soruyu soramıyor ve tahminlerde bulunuyorum. Babamın hayallerini hayal ediyorum yani. Yazar olmak isteyip de olamamış babamın hayallerini...
Bir kız sevip de alamamış babamın hayallerini...
Para kazanıp çarçur etmiş babamın hayallerini...
Hayatında yurtdışına hiç çıkamamış olan babamın hayallerini...
Erkeklere naçiz tavsiyem, eğer yaşıyorsa babalarına bu soruyu sormaları. Sorunun yarattığı kamaşmayla hiç ummadıkları bir iletişim köprüsü kurulabilir aralarında.
Hemen gidip sorsunlar, kum saati boşalmadan.”

Babalar gününüz kutlu olsun özellikle babası hayatta olanlar..Eğer artık yoksa babanız gene de bir dua edin arkasından…

(Ktar Kıbrıs'tan)