Geçtiğimiz Cuma (03/02/2012) yazdığım \"Dindar Gençlik mi?\" başlıklı yazımı; asıl konuşmamız gereken konunun gençlerin dindarlaşması mı, yoksa dindarların sekülerleşmesi mi olduğu sorusunu sorarak ve ikinci şıkkı işaretleyerek bitirmiştim.

Bu işaretten devam etmek isterim. Çünkü dindarların sekülerleşmesi sürecine ciddi oranda katkı sunanların, Başbakan\'ın \"dindar bir gençlik hedefliyoruz\" sözlerini büyük bir iştiyakla ve aslında -eleştirecek bir şey buldukları için- gizli bir zevkle eleştiren ve bugün bile laiklik elden gidiyormuş zehabını yaymaya çalışanlarla aynı kafalar olduğunu düşünüyorum. Bugün dindarlara \"parayı buldular, kapitalistleştiler, yoksulluğu, yoksulları unuttular\" diyenlerle, çok değil bundan 10-12 yıl önce üstten bakan, onları köylülükle itham edip küçümseyen, yoksulluğu-dindarlıkla eşitleyerek ikisinden birden tiksinenler aynı kişilerdi.

Komik değil mi?

Değil efendim. Bu koronun, 28 Şubat yayınlarını daha unutmadık; o dönemlerde bir koyunun postundaki kılların sayısı kadar irtica gerekçesi bulunabilirdi. Devlet dairesinde namaz kılmak da bir irtica sembolü olabilirdi, başörtüsü de... Kutlu Doğum Haftası\'nda ilahi okuyan küçücük çocuklar da irticacı sayılabilirdi, pozitif bilimlerin yanı sıra dini ilimlere de aşina olan İmam Hatipliler de... Amneziyle malul olmayanlar hatırlar, 28 Şubat sürecinde kendine dindar diyen herkes bu süreçten hafif ya da ağır, maddi ya da manevi, zarar gördü. Kimi okulunu bıraktı/uzattı, kimi işinden oldu, olmayanlar kendini gizledi. 28 Şubat 1000 yıl sürmedi, ama öylesine baskıladı ki sonunda dindarları dönüştürdü.

Dindarlar, \'en azından namazımı rahatça kılabileyim\' gibi gayet nahif gerekçelerle demokrasiye meyletti. Her ötekileştirilen gibi ötekini anlamayı öğrendi, maddi varlığın ayrımcılığa ilaç olamayacaksa da Kemalist kibre karşı bir mukavemet aracı olabileceğini fark etti. \"Parayla iman bir arada olmaz\" diye bir kural yok elbette ama genellikle realite bu iki unsurun pek denge durumunda kalamadığını gösterir. Para arttıkça, dünyevi olana arzu genişledi. Sonra bu yaşam biçimi, çok parası olmayanları da kapsadı.

Çünkü Müslümanlar 28 Şubat travmasından sonra, baş edemeyeceği bir güç tarafından dövülen her canlı gibi, kendini döveni pataklayamayınca kabahati kendinde aramaya başladı. Bu sorgulama dindarı uhrevi alandan dünyevi olana yöneltti. Sonuç, Fatma Barbarosoğlu\'nun dünkü güzel yazısında ifade ettiği gibi; \"örtülü kız arkadaşına evlenme teklifini ilan panosundan eden mütedeyyin\" tipi ortaya çıktı.

Evet, dindarlaşmaktan korkan arkadaşlara iyi haber vermek gibi olmasın - onlar kötücül senaryoları severler çünkü, seve seve korkarlar - bugün başdöndürücü bir hızla gerçekleşen bir sekülerleşme sürecini idrak ediyoruz. İşin sosyolojik tarafının yanı sıra, siyasi boyutunda da, bugün \"dindar gençlik\" istemesinden deli gibi korkulan hükümet var üstelik. Darbecilerin nefretini bir paratoner gibi çeken sadece sokaktaki vatandaş değildi çünkü, aynı bedeli belki daha ağır tarafından bu toplumsal grubu siyasette temsil edenler de ödedi.

AK Parti hükümet oldu ama yıllar boyunca iktidar olamadı. Hükümetin kendi ülkesinde bulamadığı meşruiyeti AB ülküsünde aramasının; o da olmadı Avrupa laikliğinin kamusal alanı devlete hasreden tipine karşın, kamusal alanı bireye özgüleyen Amerikan tipini tercih etmesindeki sebeplerden biri, tam da bu türden \'laiklik\' baskılarıydı.

Yüzünüzü Amerika\'ya çevirdiğiniz ve Amerika\'yı cümle içinde kullandığınız anda, o cümlenin içine global piyasaya eklemlenmeyi ve neoliberal politikaları da almak zorundasınızdır ki, Türkiye\'de de öyle oldu. Tek sebep 28 Şubat baskısı denilemez elbette ama, sebeplerin babalarından biridir.

Sonuç itibariyle kimi zaman \"laiklik elden gidiyor\", dönem dönem de \"bunlar kapitalist oldu\" şeklinde birbirini değilleyerek süren ve mağduriyet iddiasındaki bir kibirden gayri hiçbir halt olmayan, tutarsız, en hafif tabirle \"saçmalık\" olan bu laikçi hezeyanlardan daha büyük dertlerimizin olduğu düşüncesindeyim.

Başbakan her ne kadar bunu arzu ediyor olsa da, \"dindar nesil\" artık o kadar da kolay değil gibi... İnsanın hayatını ve dünyadaki varoluş amacını bulmaya çalışırken dini değil, ladini unsurları kullanmasının, dünya üzerinde yolunu bulmaya çalışırken dünyayı amaçlamasının yani sekülarizmin bir virüs gibi ciğerlerimizde büyüyor olmasının, bu toplumu oluşturan grupların hiçbiri için, pek de matah bir durum olduğunu zannetmiyorum üstelik.

Çünkü uhrevi olanı kaybetmiş olan birey, sadece atmosferinde nefes alıp verdiği, üstüne bastığı toprağı bilen ve bunun ötesini pek de dert etmeyen birey demektir. Bu genelde sadece kendini amaçlamakla sonuçlanır. Tüketimi, kazanma hırsını, seküler mitleri, avm kültürünü filan saymıyorum bile...

Ama güçlünün hiçbir suçluluk hissi duymadan güçsüzü ezdiği; kendini her yerde ve her şekilde gören, şahdamarından daha yakın bir yaratıcının ve bir hesap gününün olduğunu unutan ya da unutmuş gibi yapan bireyler toplamı... Böyle insanlarla dolu bir dünyanın zalimliğini hayal edemiyorum bile...