Bir süredir Çamlıca'ya Camii projesi konuşuluyor, biliyorsunuz. Buna çeşitli gerekçelerle karşı çıkanlar olduğu gibi, projeyi destekleyenler de mevcut... "Estetik duygumuzu tatmin ederseniz neden olmasın?" diyeninden tutun, "Bir yeşil alanımıza daha mı göz diktiniz?" diye söylenenler, hatta homurdananlar var...

Tam da olması gerektiği gibi...

İnsanlar, şu sebepten yapılmalı yahut bu ve benzeri sebepler dolayısıyla yapılmamalı diyebiliyorlar ve ileri sürülen bu görüşler, ne rejime yönelik bir kalkışma olarak algılanıyor; ne de İslam dinine karşı bir saldırı zannedilip infial haline geçiş yapılıyor. Olay ne rejimin, ne de İslam'ın varoluşsal bir meselesi haline dönüşmediği için olsa gerek, tartışma tam da zemininde, demokratik bir ortamda yürüyor...

İnsan kendini iyi hissediyor..

Bu yazıyı okuyanlar arasında, "Pollyannacılığa lüzum yok, yine kabak gibi ortadan ikiye bölündük?" diyecekler olabilir; bendeniz ise buna karşılık, insanların özgür iradesini ortaya koyabilmesinin; bir ülkede fikir düzleminde bölünme hürriyetinin olabilmesinin bile çok değerli olduğunu anlamak durumunda olduğumuzu söylerim. Neden mi? Çünkü biz vakti zamanında başka bir Camii tartışması daha gören ve o tartışmadan darbeye yol alabilen bir ülkenin çocuklarıyız.

Erbakan'ın bir seçim vaadi olarak dillendirdiği Taksim'e cami projesinden ve ardından gelen o meş'um postmodern darbeden sözediyorum. O dönemi yaşayanlar, yaşamasa bile gündemle az çok ilgili olanlar bilir; Refah Partisi'nin seçim meydanlarında oy toplamak için telaffuz ettiği, daha sonra da vaadi yerine getirmek için çabaladığı Taksim ve Çankaya'ya Camii yapma projesi 28 Şubat post-modern darbesinin gerekçelerinden birini teşkil etti. Enflasyonun yüzde 65'lerde seyrettiği; "MGK'dan Uyarı", "Refah Gerdi" cümlelerinin manşetleri süslediği yıllar... Komutanların adının ezbere bilindiği, yayın yönetmenlerinin gazete değil de ülke yönettiğini sandığı, İslamcıların rejimin gözüne gözükmemek için kıyıdan kıyıdan sıvışmaya çalıştığı zamanlar...

Elbette; asıl gerekçe 24 Ocak kararlarıyla bugün de çoğusunun anlı şanlı adını ve varlığını sürdürmeye devam ettiği İstanbul sermayesinin rahatının bozulmasıydı ama darbeye bir gerekçe bulunacaktı ve Erbakan'ın Taksim ve Çankaya'ya Camii, başörtüsü özgürlüğü, kurban derilerinin artık Türk Hava Kurumu'na verilmemesi gerektiğiyle ilgili yaptığı çıkışlar, rejimin sinir uçlarını titretmeye yetti.

Meydanı 10 milyon insanı öldürmekten bahseden Güven Erkaya'lar, sermayenin medya eliyle hükümeti devirme çabaları ve medyanın manşetleri aldı. Onlara göre Erbakan, Taksim'e Camii projesini gündemine alırken, aslında "Pera'yı fethetmek" gibi hain emellerini açık ediyordu (fetihçi zihniyet argümanı malumunuz bugün de tedavülde).

1997 yılının Ağustos ayında gazetelerde şöyle haberler arz-ı endam etti: "Cami yapmak belediyenin görevleri arasında var mıdır? Camii niye özellikle Taksim'e yapılmak isteniyor? soruları cevap bekliyor" (31/03/1995 - Milliyet).

"Kültür Bakanı İsmail Kahraman Taksim'e Cami istemeyen yobazdır, dedi" (07/20/1996 - Milliyet).

"Tahrikler bitmiyor - Refah Partisi türban, hac, kurban derileri, Taksim'e cami krizlerini, yeni krizler yaratarak daha da tırmandırıyor" (02/04/1997 – Hürriyet).

"Tanklı Protesto – Erbakan: Cami yapılacak diye kuduruyorlar: Refah Grubu'nda konuşan Erbakan, Taksim'e Cami yapılmasına karşı çıkanları "glu glu dansı yapan yamyamlara benzetti" (02/05/1997 – Sabah).

"RP Belediyelere yeni yetkilerin verilmesi için yaptırdığı çalışmayla, Taksim'e cami yapılması ve Ayasofya'nın cami olması engellerini aşmayı planlıyor" (04/23/1997 – Milliyet).

"İstanbul 1 No'lu Anıtlar Kurulu'ndaki RP'li üyeler DSP'li Kültür Bakanı İstemihan Talay tarafından görevden alındı. Böylece Refah'ın Taksim'e cami oyunu bozuldu" (08/27/1997 - Milliyet).

Ve daha yüzlercesi...

"Ay korku imparatorluğu olduk", "Bizim demokrasimiz kötü, Esad bile bunlardan iyidir", "Çamlıca'ya İstanbul'un en büyük camisini yapacaklarmış, görgüsüz bunlar şekerim", "Fetihçi bunlar Fetihçi" demek isteyen desin tabii...

Ama biraz da adil olsunlar mümkünse. Nitekim bu ülkede darbe dönemlerinde asla olmayan bir şey oluyor; ağzı olan konuşuyor...

(Yeni Şafak gazetesinden alınmıştır)