Pazar günü anlattığım gibi Kuşadası’nda, sessiz sakin bir sitede, aktif, dinamik ve ultra disiplinli ağbi ve ablalarımla tatil yapmaktayım...

Kendini hala genç sanan biri olarak önce “bu ne yahu! askeri kamp gibi!?” derken baktım o düzene ben de dahil olmuşum. 08:30 sabah denizi, 09:30 kahvaltı, 10:30 ila 13:30 arası ev toplaması/düzenlemesi, 13:30 ila 16:30 arası yazı vakti, 16:30 ila 18:00 aarsı öğlen dinlenmesi, 18:00 ila 19:00 arası akşam yüzmesi, sonra akşam yemeği, sonra yemek sonrası balkon sefası derken 23:30 dolaylarında uyku bastırması ve 24:00’da yatak...

***


Sair günler “24:00 yatak” faslından sonra “uyku” da geliyor ama cuma ve cumartesi günleri “24:00 yatak, 24:00 ila 05:00 arası işkence” faslı başlıyor.

Niye? Çünkü Kuşadası’nın göbeğinde “Jade” isimli bir gürültü makinesi var. Bazılarının gece kulübü bazılarının disko dediği bu fecaat yer bütün ilçenin canına okumakta. Her cuma ve cumartesi gecesi, 35 derece sıcakta, camlar, panjurlar kapalı, kâbusun geçmesini bekleyerek geçiyor. Ses giderek azalır diye umut ederken bir bakıyoruz ki sabaha karşı daha da açılıyor. Üç beş tane İngiliz, tepinecek diye, üç yüz bin Kuşadalı kriz geçiriyor...

Şehrin göbeğinde böyle bir şeye nasıl izin verdikleri akıl almaz bir şey...

Fakat daha akıl almaz olan ilgili kurumların umursamazlıkları.

Devletinden, hakkından, hukukundan umudunu HÂLÂ yitirmemiş bir “komik kişisi” olarak - Ah beni hep bu güzel umutlar mahvetti - gidelim şikâyet edelim dedim.

“Ohooo... Kaç kişi yaptı bunu... Sonuç yok” dediler.

155 servisi şikâyetlere şu şekilde cevap veriyor: “Bizim elimizde desibel ölçer alet yok. Zabıtada var. Ama onlar da gece çalışmıyor. Biz kaç kere gittik uyardık ama bizi dinleyen yok...”

Dedim “kaymakam bey ile tanışıyoruz, ona gidelim”... Randevu için aradım. Bayan Püskürtme No:1 “dilekçe yazın, bırakın” dedi. Herkese randevu veremezlermiş. Zaten bu onları ilgilendiren bir sorun değilmiş.

Sonra dedi Nuray “E ben de Belediye Başkanını tanıyorum, ona gidelim”. Cebinden aradık, açmadı. Mesaj yolladık, geri dönmedi. Sekreterini aradık, not bıraktı. Geri aranmadık tabii.

Dedim, makamına gidelim. Oraya kadar gelmişken iki dakika görüşürüz herhalde dedik.

45 derece sıcakta atladık dolmuşa gittik. En üst kata, odasına kadar çıktık.

Bir akıllı biz değildik elbette. Odası düğün yeri gibiydi.

Bayan Püskürtme No:2 “Başkan çok meşgul, dilekçe bırakın” dedi. Yine.

“Peki” dedik “dilekçemize ne zaman cevap verilir?”

“Bir iki ay içinde” dedi.

Aaa Ne güzel! Bir iki ay içinde zaten sezon bitiyor. Kışın giderler martıların desibelini ölçerler...

***


Demek istediğim kim olursan ol, kapılar vatandaşa kapalıdır. Bu ülkede mutlu olmanın koşulu sağır olmak. Yaşlı komşularımın mutluluklarının en büyük kaynağı bu sanırım. Bir 30 yıl daha beklemem gerekecek. Tabii içimdeki sinsi “atipik” hücreler buna izin verirse...

En azından “1 lahmacun 1 ayran 50 lira” vermiyorum diye teselli oluyorum. Türkbükü’nde bir de o dert var. Hem 50 lira veriyorsun hem de kulaklarının ırzına geçiliyor...

(Vatan gazetesinden alınmıstır)