Melek Karaaslan'ın hikayesini duymuş olmalısınız. Sabah'tan Müjgan Halis'in ortaya çıkardığı, bu hakikaten kırık ve hazin hikaye; çok konuşuldu, çok yazıldı, çok çizildi.


Öylesine büyük bir zulüm öyküsü ki bu; insanın hafsalası almıyor, sözü bağlanıyor, kalemi buruluyor. Kısacık ömründe gün yüzü görmeyen, dayak ve işkenceden aklını ve en sonunda da hayatını kaybeden gencecik bir kadından sözediyoruz nihayetinde.


Ve o kadar tipik ki: 'Gelinlikle girilen koca evinden ancak kefenle çıkılır' kabulünün sağlaması da var; 'Kocadır, döver de sever de' mantığının izdüşümleri de, 'Kadın gelin gittiği evde el pençe divan durur, hiçbir şeye ses çıkarmaz' geleneğinin yansımaları da...


Geleneklerden ve töreden milim sapmadan yaşanmış hayatın sonucu ise ortada: Melek'in, kocası ve kocasının ailesinin sistematik şekilde uyguladığı işkenceler sonucu ölümü...


Melek, öldüğünde 24 yaşındaydı. Büyük ihtimalle, hem gelenekler emrettiği için, hem de 'evden bir boğaz eksilsin' şeklindeki genellikle çok çocuklu ailelere has olan ve pek telaffuz edilmeyen o şeffaf gerekçeyle 16 yaşında görücü usulüyle evlendirildi.


Kocasından ve kocasının ailesinden sürekli şiddet gören Melek, ilk doğumunu evden kovulduğu için -30 derecede sokakta yapmak zorunda kaldı, bebeği öldü.


Olayın ardından baba evine dönen Melek, 'namus meselesi' gerekçesiyle koca evine geri gönderildi, 2 bebek daha dünyaya getirdi, ancak işkenceler bitmedi.


Son olarak kapatıldığı tuvalette 30 kiloya kadar düşmüş, vücudu yaralar içinde ve akli dengesini kaybetmiş halde bulunan Melek, Ağrı'ya oradan Ankara Dışkapı Yıldırım Beyazıt Hastanesi'ne sevk edildi ancak, artık çok geçti. Genç kadın öldü, tabutu kadınların omuzlarında gelinlikle çıktığı köye götürüldü ve defnedildi.


Bu olayın anafikri nedir diye sorulacak olursa, herhalde aklıma gelecek ilk cümle 'kimsesizlik ve sahipsizlik' olacaktır.


Çünkü Habertürk'ten Ümran Avcı, Van Kadın Derneği'nden (VAKAD) Esen Günay'ın izlenimlerini şöyle aktarmış: 'Melek hastanedeyken kimse yanında kalmamış. Annesi 'hayvanlarımı bırakamam' demiş, erkek kardeşi 'ben lokantada çalışıyorum işi bırakamam' demiş. İnsan yürekli birkaç hastane çalışanının uğraşıyla abisi Melek'i Ankara'ya götürmeyi kabul etmiş. Yol parasını hastanede çalışan sosyal hizmet uzmanı olan Fecri, valilikten alarak abisi Reis'e vermiş. Ama Ankara da çare olamadı Melek'e...'


Evet, bu kesinkes bir cinayettir. Aile içi şiddet ve infaz kapsamında değerlendirilmesi gereken bir suçtur.


Melek Karaaslan'ın kocası ve kocasının ailesinin, mümkün olabilecek en ağır cezaya çarptırılması ve hayatlarının bundan sonrasını hapishanede geçirmeleri kesinkes sağlanmalıdır.


Ama, Melek Karaaslan'ın ailesinin ölmek üzere olan kızlarına yönelik duyarsızlığı da, en az işkence edenlerinki kadar can yakıcı. Annesinin, 30 kiloya düşmüş ve vücudu yaralardan dolayı kurtlanmış kızına refakat etmeyi 'hayvanlarımı bırakamam' gerekçesiyle reddetmesi; o annenin de kızı kadar değilse bile zor ve hazin bir hayatının olduğunun delili değil midir?


Melek Karaaslan'ın ölümü pekala 'kadına şiddet' bahsinde değerlendirilir ve değerlendirilmelidir; ama manzaraya baktığımızda Doğu'nun bazı bölgelerinde bırakın bir kadının değerini, insan olmanın bir değeri gibi yok gibi gözüküyor...


Ki en yakıcı olan da bu...

(Yeni Şafak gazetesinden alınmıştır)