Şehit haberi duymaksızın; ekranlarda ağlayan, kahrolan insanların yüzlerini görmeksizin gün geçirmiyoruz neredeyse. Aynı şekilde, hamaset, ölçüsüzlük, nefret, kin, düşmanlık ve öç duygusuz bir günümüz de yok toplum olarak...

On şehidin acısı hala yüreklerdeyken sözgelimi, BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş 'Dağın yolunu bilen biliyor' diyor, Gülten Kışanak ise, PKK'lılara neden sarıldığını açıklarken, 'Ben Şemdinli'de bir düşmana sarılmadım. Ben çözüm için ölümü göze almış dağa çıkmış birine merhaba dedim. Onlar benim için düşman değil.' diye konuşabiliyor.

Elbette BDP ile PKK arasındaki gönül bağı sır değil, hatta çoğu insan TBMM çatısı altındaki BDP vekillerinin Kandil'den talimat aldığına inanıyor. Ancak, bu cümlelerin bu özgüven fazlasıyla, bu pervasızlıkla, daha dün anneler çocuklarının ölüsüne kapanıp ağlamışken kurulması, sabır taşırıyor. İnsanlar vaktiyle BDP'nin öncülü partilerin kapatılmasını da, vekillerinin hapislere tıkılmasını da, beyaz renaultların Güneydoğu şehirlerinde dolaşmasını da haklı bulur hale geliyor.

Savaş isteyen kürt ırkçılığı, Türk ırkçılığını tetikliyor. 'Türklerle yaşamak zorunda mıyız?' diye diye nifak tohumu ekenler 'Kürtlerle yaşamak zorunda mıyız?' diyenleri çoğaltıyor. Bu ülke baştan başa MHP haline geliyor.

Daha önce de söylemiştim, kan, kinin ana rahmidir, akmaya devam ettikçe kini büyütür. Artık onu susturmak ancak, öfkeyle, intikamla, rövanş ve öç besinleriyle mümkün olabilir.

Ve bu şartlar altında kontrolü kaybederek düşmanlık duygularını bilemek, silahların ve hamasetin sancağı altına sığınmak, neredeyse kaçınılmaz gibi gözükür.

Demokratik açılım sürecinde, toplum olarak Kürtlerin taleplerini anlama yolunda bir adım kat edilmişti oysa; şehirlere saldırılar düzenlenip gencecik vatan evlatlarının öldürülüyor olması, güvenlik güçleri ve askerlerin araçlarının hedef alındığı saldırıların yapılması, ardından BDP'den gelen aşırı açıklamalar, bütün bir toplumun 'kana kan, dişe diş' noktasına gerisin geri gitmesi sonucunu doğurabilir.

Bu insiyakidir, önüne geçilmesi hayli zor bir ortak hissiyattır.

Oysa 1984'ten bu yana yapılan da bu değil miydi? Askeri çözüm, güvenlik politikaları çerçevesinde geliştirilen terör stratejisi, öldürme-işkence etme-yok sayma sacayağında şekillenmiş bir 'intikam' politikası...

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ne Kürt'lere zulmedilen günlerde politikacıydı, ne de o dönemlerdeki devletin öldürme eksenli politikalarını olumladı. Kurucu rejimin bizzat yarattığı 'model' dışındaki tüm unsurları yok etmeye ayarlı 80 yıllık algısını değiştirmeye çalışan ilk lider oldu.

Kürt meselesiyle ilgili olarak daha çok demokrasi diyen ve oy kaybetme pahasına bunun gereklerini yerine getirmeye çalışan ilk lider oldu.

Habur sınır kapısından giren PKK üyelerini 'içimize sindiremiyoruz' manşetleriyle karşılayanlar ve bu durumu vatan hainliğiyle niteleyen siyaset eliti, barış için savaştığını söyleyen ama asla öldürmekten vazgeçmeyen, hiçbir devletin silah bırakmayan bir terör örgütüyle barış imzalamayacağını bilmiyormuş gibi yapan PKK ile elele verdi.

Sonuç ortada...

Mutlular mı acaba?

(Yeni Şafak gazetesinden alınmıştır)