ARAKAN yolculuğu, önce coğrafyanın çetinliği ve bölgede olup bitenlerin vahşiliği karşısında ne denli aciz ve paramparça olduğumuzun altını çizdi. Sonra bütün parçalarımız gözlerimize bakan zayıf, çelimsiz ve korku içindeki insanların tek bir sözüyle yeniden toparlanıp birbirine kilitlendi. O söz "Esselamii aleyküm"den başkası değildi.

Tanıyamadığım yağmurların, hiç görmediğim hayvanların, hiç tatmadığım tuhaf kokulu meyvelerin, hiç bilmediğim renk tonlarının, o derecesine hiç tanık olmadığım bir çaresizliğin ve aslında yabancılaşmanın ortasında, tek bir cümlenin nasıl bağ kurduğuna, bu defa kalbimle eşlik ettim. Kendi coğrafyamız, kendi ulus devletimiz, kendi misakı millimiz olmadı "artık iç meselemiz" dediğimiz memleketlerle sınırlandırılmış muhayyilenin, illiyet bağlarının, siyasi ajandaların ötesinde çıplak ve sonuna kadar dürüst bir bağ idi bu. Kısa vadeli ya da kolay öngörülebilen ekonomik hesaplardan bağımsız; "Bizden ne istiyorsunuz?" sorusuna "Sadece sarılmak" diyen kadınlara ve çocuklara dokunarak, varlıklarına şahitlik ederek kurulan bir bağ.

Ancak bu şahitliğin bir bedeli var. Arakan dönüşü maddeten ve manen öylesine güçsüz düştüm ki, bir noktada tükendim, Çarşamba gününe yazmayı planladığım yazıyı yazamadım. Beni fazlasıyla sarsan bir seyahat oldu, sanki ağır bir yükle döndüm. Emine Erdoğan ve Ahmet Davutoğlu'na, kimilerine fazla artistik gelen bu geziyi tertip ettikleri için "Allah razı olsun" diyorum. Ve, bu tanıklığın geri dönüşü olmayacağını hatırlarından çıkarmayacaklarını temenni ediyorum.

Dünya basını Arakan'a yeterince mercek tutmuyor. Mevcut rejim tarafından yıllarca ev hapsine maruz bırakılmış, görece liberal değerlere sahip muhalefet lideri Suu Kyi bile, Arakan Müslümanları konusunda duyarlı değil. An itibarıyla hâlâ, dünya konuyla yeterince ilgili değil, demokratikleşme, dışa açılma hevesindeki ülkenin yerel aktörleri ise dünyaya etnisiteye dayalı egemenlik anlayışıyla bakmakla malul. Bengal Körfezi'nin diğer tarafındaki komşu Bangladeş, Myanmar'ın kendisine doğru kovduğu bu insanları ülkesine kabul etmeye yanaşmamakta. Böylesine dört dörtlük bir çaresizlik için Türkiye'nin yönetime kabul ettirdiği acil önlemler, Arakan Müslümanlarına bir parça esenlik sağlayacak kuşkusuz.
Myanmar yönetimi, Türkiye'den gelen yardımları bölgeye iletmeyi kabul etti. Hakeza İslam Konferansı Örgütü'nün gözetiminin kabul ettirilmesi de önemli bir kazanım. Ancak bunlar Budist Rakhinelerin, polis ve asker "gözetiminde" yaptıkları Müslüman Rohinga kıyımını durduracak mı? Manzara pek parlak değil. Myanmar yönetiminde Arakanlı Müslümanlara vatandaşlık verilmesini kabule yanaşacak bir donanım mevcut değil. Meselenin tarihsel kökeni 20. yüzyıla, İngiltere'nin işgal ve sömürge dönemine dayanıyor. Arakan, önce işgal edilmiş, sonra sömürge olmuş ve sömürgecilerin attığı fitne tohumlarıyla durmaksızın parçalanmış Hint alt kıtasının sürekli bölünme ve sürekli çatışma atmosferinin yol açtığı vicdan kaybının en insafsız biçimine maruz kalmış bir yer.

Bugünden yarına yapılacak şeyler sınırlı. Türkiye Arakan Müslümanlarının durumunu, Myanmar yönetiminin sadece 2010 yılından beri deneyimlediği -ve pek de ilerleyemediği-demokratikleşme çabalarını destekleyerek ve yönetimle temaslarını sürdürerek rehabilite etmekten yana. Doğru da olsa, dolaylı bir yol; bugünden yarına ekilecek tohumlar elbette önemli, ancak Arakan bugünden yarına pek çok can kaybının yaşanacağı bir yer. Dolayısıyla başka seçeneklere de bakmakta fayda olabilir. Eğer imkân varsa, Arakan Müslümanlarının Hindistan'a, Bangladeş'e aktarılmalarını sağlamak ve yardımların yönünü bu ülkelere çevirmek gibi.

Arakan'da çok iş var. Neyse ki Dışişleri Bakanı Davutoğlu konuyu takip sözü veriyor; yardım kuruluşları, Kızılay, İHH, Cansuyu gibi kuruluşlar işbaşında ve artık topladıkları yardımlar Türkiye'nin Myanmar Büyükelçiliği'nin koordinasyonuyla Arakan'a iletilebilecek, kaçak güreş bitecek gibi.

Bu arada, "Neden Myanmar'a gidiliyor, ne alakası var" diyenlere, Birinci Dünya Savaşı'nda İngilizlere esir düşüp Myanmar'a götürülen Osmanlı askerlerinin bu ülkede çıkardıkları gazetenin adıyla cevap vermek lazım: "Ne münasebet?" İnsanların hangi durumdan hislenip hangi durumlarda soğukkanlı kalabileceklerinin, nereye yardım yapıp nereye yapmayacaklarının tartışması mı olur Allah aşkına?

(Haber Türk gazetesinden alınmıştır)