“Peki, demokrasi ya da günümüz demokrasisi insanlığın varabileceği en nihai noktada mıdır?” sorusunu kendimize sormamız gerektiğini, ancak bu sorunun cevabının bizim tarafımızdan değil gelecek kuşaklar tarafından kendi yaşadıkları çağda verilebileceğini belirten Özdemir, ulusların demokrasiyi algılama ve hayata geçirme düzeyleri için de az gelişmiş, gelişmekte olan ya da gelişmiş gibi sınıflandırılmaların mümkün olduğunu söyledi.
Özdemir: “Kamuda güç devletin üç organı yasama, yürütme ve yargı eliyle kullanılır. Çağımızın gelişmiş demokrasilerinde devletin herhangi bir erkinin, gücün gerçek sahibinin talebi dışında kullanılmaması için her türlü tedbir alınır. Ve esas olan, gücün meşruiyeti için olmazsa olmaz olan, bu gücün kaynağında halkın olması ve ona en sonunda yine halka hesap vermesidir. Bu yasama için de, yürütme için de, yargı için de böyledir, böyle olmalıdır.”
Demokrasilerde devletleri özgürlüğe yakın, Hükümetleri adaletli bir yapıya kavuşturmanın yolunun Kuvvetler Ayrılığı Prensibi’nden geçtiğini söyleyen Özdemir, Montesquieu’nun Kuvvetler Ayrılığı Prensibinin, bu erklerin bir diğeriyle ilişkilenme biçimini check and balances (denetleme ve dengeler) sistematiği içinde uyumlu bir işlerliğe kavuşturma yöntemi olduğunu belirtti.
Modern toplumların farklı görüşlerin kendisini demokratik bir temsiliyet içinde ifade edebildiği, müzakere odaklı olma ve bir uzlaşma kültürü yaratma iddiasında olduğunu belirten Özdemir, bu iddianın doğal bir sonucu olarak da her görüş, her tez tartışmaya açıktır, açık olmalıdır dedi.
Açık fikir ve hür tartışmanın hakim olduğu toplumlarda üzerinde en çok konuşulan konulardan birisinin de kitle iltişiminin en güçlü ögesi olan medya olduğunu belirten Özdemir, günümüzde medya, yasama, yürütme ve yargı erklerine ek olarak “the fourth estate” yani dördüncü kuvvet olarak da tanımlanır dedi. Kuvvetler ayrılığının temel değer olarak kabul edildiği sistem işleyişlerinde medyanın da bu değerden payını alarak yine denetleme ve dengeleme prensibi içinde dördüncü erk olmasının kabul edildiğini belirten Özdemir, devlet - toplum ilişkisinin hangi dengeler üzerine oturacağı demokrasinin niteliğine ilişkin bütün tartışmaların ana eksenini oluşturur dedi.
Özdemir: “Yasama, yürütme ve yargı, devlet - toplum ilişkisini belirleyen ve biçimleyen üç temel devlet organıdır. Medya ise, devlet erkini temsil edip uygulayan bu organları toplum adına denetleyebilecek ve bu denetlemeyi kendisine verilmiş kamusal bir görev ve sorumluluk olarak kabul ederek dördüncü kuvvet ya da buna en güçlü aday olabilir.Devlet gücünü temsil eden ve uygulayan bu üç erki toplum adına denetleyecek ve sistem içinde demokrasinin işleyişine katkı sağlayarak sistem içi dengenin kurulmasını sağlayacak bu dördüncü erk, doğru kullanıldığı takdirde, devlet karşısında toplumun gücünü temsil eden son derece önemli bir toplumsal işlevi üstlenebilir.”
Gazete, televizyon gibi geleneksel iletişim mecralarının yanı sıra, artık internetin sağladığı yeni imkanlar sayesinde gelecekte hangi yöne evrileceği şimdiden tam olarak kestirilemeyen yeni iletişim mecraları doğmuş durumdadır diyen Özdemir, toplumsal iletişimin otorite tarafından denetlenebilirliğinin neredeyse imkansız hale geldiği günümüzde, çok seslilik bir ideal ya da temenni olmaktan çıkmış ve hayatın kabul edilmesi zorunlu bir gerçeği haline gelmiştir dedi.
Medyanın kimi toplumsal sistemlerde, etkisini güçler dengesi içinde devletin yasama, yürütme ve yargı organlarının da üzerinda bir hale gelebildiğini belirten Özdemir, siyasal sistemlerin, iktidar yapılarının ve toplumsal yapıların değişim süreçlerinde medya aracılığıyla oluşturulan algının son derece belirleyici bir etkisi olabilmektedir, hatta yer yer, dönem dönem medyanın da hiç masum olmayan yönlendirmeler yaptığına şahit oluruz dedi.
Herhangi bir gün, herhangi birimizin medya mağduru olmasının önüne geçebilmek için, ucu kendimize dokunmadan medya etiğine her olayda sahip çıkmak gerekir diyen Özdemir, doğru tavır koymak, yayınlayan kadar yararlananın da üzerine vazife olduğunu söyledi.
Özdemir konuşmasının sonunda “Temeli “ne, ne zaman, nerede, neden, nasıl ve kim?” soruları üzerine kurulu bir mesleğin en cesur soruları kendisine sorabilmesi ise gerçek bir erdemdir” diyerek meslek etiğine vurgu yaptı.
Cengiz Özdemir’in konuşmasını takiben yapılan tartışmada medya ile ilgili zihinleri meşgul eden bir çok soruya cevap arandı.
Özdemir, Türk medyasında yalan habere çok sık rastlanmasının sebebinin yaptırımların yetersiz olmasından mı kaynaklandığı yönündeki soruya verdiği cevapta, bunun bir meslek etiği sorunu olduğunu, yaptırımlarla da bunun önüne geçilemeyeceğini söyledi.
Medyanın Türkiye’de çoğu zaman birinci kuvvet olma hevesinde olduğu, hatta holdinglerin bir tür baskı aracı olduğu şeklindeki değerlendirmeye kısmen katıldığını belirten Özdemir, medyanın uzun zamanlar bir tür baskı unsuru olarak kullanıldığını, hatta atılan başlıklarla hem siyasete, hem de yargıya talimatlar verildiğini hepimiz biliyoruz. Ancak günümüzde bunun artık mümkün olmadığını belirtti.
Özdemir, medyada işten çıkarılmalara karşı neden tavır alınmadığı yönündeki soruya verdiği cevapta, konunun doğrudan medyayı ilgilendirmediğini, zira işten çıkarılanların genelde kanaat belirten yazarlar olduğunu ve onların da yazdıklarıyla medya kurluşu ile ters düşmeleri sonucu işleri kaybedebileceklerini belirtti. Burada asıl sorunun iletişim fakültelerinden her yıl mezun olan 5000 civarındaki insanın nerede istihdam edileceğidir.
Gazete patronlarının bazı yazarlara işten el çektirmesinin düşünce özgürlüğüne müdahale çerçevesinde mi değerlendirilmesi gerektiği yönündeki soruya verdiği cevapta ise bunun bir düşünce özgürlüğü meselesi olmadığı, sadece düşüncesini ifade ettiği ortamın elinden alınması olarak görülmesi gerektiğini belirtti. Nitekim gazetesinde köşesini kaybeden birisi yazılarına başka bir ortamda devam edebilir diyen Özdemir, bunu gazetesinden ayrılmak zorunda olan bir çok yazarın da yaptığını söyledi.
Özdemir, haberin tarafsızlığı ile ilgili soruya verdiği cevapta, her haberin montajlanmış bir görüntü olduğunu dolayısıyle her montajın da montajı yapanın görüntüsü olduğunu, haliyle de yüzde yüz objektif olmasının mümkün olmadığını söyledi.
Özdemir, medyanın sonuç itibariyle toplumun bir yansıması olduğu ve toplumun da medyayı yönlendirebileceği şeklindeki yoruma istinaden verdiği cevapta, toplumun bir tüketici olarak tavrını belli etmesinin mümkün olduğunu belirtirken, ayrıca çeşitli yollarla da medyayı etkilemenin mümkün olduğunu belirtirken, medyanın da kendi sorumluluğunun bilinciyle hareket etmesi gerektiğini söyledi.





