Zor bir televizyon programında yorumculuk yaptım tüm sezon. 80’den fazla bölüm olmuş. 
 
Program tatile girerken, belki cumhuriyet tarihinin en büyük krizi yaşanıyor. Suriye ile savaşın eşiğine geldik.
 
KESK tutuklamalarıyla artık kantarın topuzunun iyice kaçtığı belgelendi. Toplumsal muhalefetin güçlü sesi baskı altında…
 
Kürt Sorunu çözümüne yönelik esen olumlu hava, yerini yeni çatışmalara tamamen terk etti. Ardı ardına cenazeler geliyor…
 
Bu liste böyle uzar, gider.
 
Yoruldum.
 
Biraz dinlenmek ve hatta gazete okumadan, televizyon seyretmeden, sanki bu dünyada bir başımaymış gibi bir dinlenceye gereksinim duyduğumu fark ettim.
 
Bunu yapabilecek miyim?
 
Sanmam.
 
HERAKLEİTOS’UN BİLGELİĞİ…
 
Herakleitos döneminde tüm filozoflar gezgin. Meraklı bir çocuk gibi doğaya bakarak düşünüyor, anlamaya çabalıyorlar. Bizim ki tersine bir dağın tepesindeki evinden çıkmıyor…
 
Öğrencileri bu durumdan şikayet ediyor ve soruyorlar; 
 
“Herkes geziyor, görüyor felsefe yapıyor. Sense evinden dışarı adım atmıyorsun… Niçin?” diye.
 
Cevap hemen geliyor;
 
“Herakleitos benimle geldikten sonra, gezsen, görsen ne fark eder ki!”
 
Bu öyküyü çok severim. Aklımızı yanımızda götürdükten sonra, elden ne gelir!
 
Yaşadığımız toprağın, soluduğumuz dünyanın acılarına kulak tıkabilir miyiz?
 
Ya da gözü yumunca bu olaylar yok oluyor mu?
 
Elbette hayır.
 
Yine de beden uyarı vermeye başlayınca dikkate almak gerek.
 
MOLA
 
On gün kadar izin istiyorum okurdan.
 
Kitap okumak, dinlenmek ve yeniden buluşmak için.
 
Kendimden kaçamam biliyorum. 
 
Hiç değilse bedeni dinlendirmek de yarar var.
 
Şimdilik eyvallah…

(Birgün gazetesinden alınmıştır)