Ortadoğu’nun Türkiye açısından dikenli bir bahçe olduğu, son dönemde yapılan bazı açıklamalarla daha iyi görülüyor. Burada, sadece İran’dan yansıyan ve Ankara’yı kızdıran açıklamalardan söz etmiyoruz.
Bunlara aşağıda değineceğiz. Fakat ilk etapta Irak Başbakanı Nuri el Maliki’nin sarf ettiği sözlere bakacağız.
Geçen hafta gerçekleştirdiği Washington ziyareti öncesinde Wall Street Journal’a konuşan Maliki, Ankara açısından beklenmedik ifadeler kullandı. “Türkiye, Irak’taki bazı siyasi kişileri ve blokları destekleyerek içişlerimize karışıyor” diyen Maliki, “Önceki büyükelçilerinin bu girişimlerine defalarca karşı çıktık. Türkiye’nin siyasette içişlerimize karışmasını kabul edemeyiz” şeklinde devam etti.
Bu sözler hükümetin Türkiye adına yaratmak istediği olumlu görüntüyle çelişiyor elbette. Ancak bu vesileyle bölgede, Türkiye’nin Arapların işlerine karıştığına dair bir algının yeşermekte olduğunu görüyoruz. Aslı Aydıntaşbaş’ın Brüksel’de edindiği ve geçen hafta sütunundan duyurduğu bir kulis bilgisi de bu açıdan dikkat çekiciydi.
Buna göre, Türkiye’nin Suriye için kısa bir süre önce yapılan AB Dışişleri Bakanları Toplantısı’na katılmasını aslında Kıbrıslı Rumlar değil, Arap Birliği’nin Mısırlı Genel Sekreteri Nebil el Arabi, Arap pozisyonunun tek sesle temsil edilmesi gerekçesiyle, karşı çıkmış.

Suçlama yeni değil
Böylece Mısır’da da, Türkiye’nin bölgede soyunduğu rolden rahatsızlık duyan etkin isimlerin olduğu ortaya çıkıyor. Zaten, “Türk modelinin Mısır için uygun olmadığına” dair argümanın o ülkedeki siyasi tartışmaların canlı bir parçası olduğunu yazılıp söylenenlerden görüyoruz.
Öte yandan, Türkiye’nin Suriye’nin içişlerine karıştığına dair suçlama hem yeni değil, hem de sadece Suriyeli yetkililerden gelmiyor. İran ve Irak da bundan duydukları hoşnutsuzluğu yeterince ifade ettiler. Bağdat ve Tahran’da Türkiye’yi, Suriye’deki silahlı muhaliflere destek vermekle suçlayanların dahi olduğu biliniyor.
Bu arada, Suriye meselesi, füze kalkanı, artan Sunni-Şii mücadelesi derken Türk-İran ilişkilerinde de bir şeylerin iyi gitmediği apaçık ortada. İran’da bir yandan en üst rütbeli askerler Malatya’daki füze kalkanı radarlarını vurma tehditleri savuruyorlar.
Diğer yandan İranlı siyasetçiler, Türkiye’nin laik modelinin bölgeye uygun olmadığını vurguluyorlar. Rejimin sahibi olan Mollalar ise, “liberal İslam ihraç etmeye çalışmakla” suçladıkları Türkiye’ye karşı ağır ifadeler kullanıyorlar.
Ankara’nın bunlardan duyduğu rahatsızlığı Tahran’a bildirmesi ve “izahat” istemesi, İran Dışişleri Bakanı Ali Ekber Salihi’yi yatıştırıcı, hatta İran’da Türkiye hakkında bu açıklamaları yapanları suçlayan ifadeler kullanmaya zorladı.
Bariz bir bölgesel rekabet içinde olan taraflar pragmatik nedenlerle iyi ilişkiler sürdürmeye çalışsalar da, İran’da arka plandan yansıyan, Türkiye’ye dönük sert eleştiriler sürdükçe, ilişkilerdeki tansiyon da bir şekilde devam edecektir.

Husumet ilişkisi gelişti
Suriye’nin kendisine gelince, Ankara ile Şam arasındaki iplerin koptuğu ve TSK’yı da, çeşitli senaryolara dayanarak, askeri ön tedbirler almaya zorlayan bir husumet ilişkisinin geliştiği ortada.
Suriye’nin demografisine ve Baas rejimini ülkede kimlerin desteklediğine bakılırsa, Esad’ın devrilmesi halinde bile o ülkede Türkiye’ye artık düşmanca bakanların ortadan kaybolacaklarına dair bir garanti yok. Açıkçası, Suriye’nin Türkiye’nin başını uzun bir süre ağrıtacağını görmek için yüksek bir tepeye çıkmak gerekmiyor.
Bunları şunun için yazıyoruz: “Sokakların mistiğine” kapılıp Türkiye’nin bölgede sevilen ve istenen bir olgu olduğu inancı yayılmaya çalışılsa da, fiili durumun tam da öyle olmadığı görülmeye başlandı.
Ankara şu sıralarda elbette ki bölgede yeni dostluklar ediniyor ve yeni ekonomik ve siyasi bağlar kuruyor. Bu da olumludur tabii. Ancak, Ortadoğu bölgesinin genelinde Türkiye’ye karşı şu veya bu nedenle şikâyet edenlerin artık açıkça ses vermeye başlamaları dikkat çekiyor.