Birkaç yıl öncesine kadar Ankara’daki AB diplomatları arasında “ileri demokrasi” iddiasında olan Başbakan Erdoğan’a bazen açıkça ifade edilen, bazen de satır aralarında hissettirilen bir hayranlık vardı. Erdoğan’ın “gizli bir İslami gündemi” olduğuna dair iddialara da çok itibar edilmezdi.
AKP’ye bu açıdan eleştirilerde bulunanlara, “Türkiye’de başkalarının yapma cesaretini göstermedikleri şeyleri yapıyorlar, biz bu olumlu adımları görmeyi tercih ediyoruz” türünden yanıtlar verilirdi.
Burada ilk etapta “Kürt açılımına” ve Ermeni ile Rum azınlıkların hakları yönünde atılan adımlara işaret edilirdi, ki bu hususlar Batılıların Türkiye değerlendirmelerinde her zaman ilk bakılan konular olmuştur.
Ahtamar Kilisesi’nin restorasyonu ve ibadete açılışı. Hıristiyan vakıf mallarının iadesi, azınlık okullarının işlerinin kolaylaştırılması, Kürtçe yayında atılan adımlar gibi, Türkiye açısından aslında olumlu olan hususlar, AKP’nin “doğru yolda ilerlediğine” dair algıyı pekiştiriyordu.
Ancak, rüzgâr artık yön değiştiriyor. Son iki yıldır yaşanan bazı gelişmeleri yan yana koyan AB diplomatları arasında, 2011 seçimlerinden güçlü çıkan AKP’nin İslami ideolojisini aleni ve antidemokratik bir şekilde hayata geçirmeye başladığına dair algı yayılıyor.

Asıl niyetle ilgili kuşkular!


Bu çerçevede, “hükümet karşıtı komplo” gerekçesiyle ordu mensupları ile gazetecilere, öğretim üyelerine ve bağımsız aydınlara karşı, cadı avını çağrıştıran gözaltı ve tutuklamaların “yasallığına” da artan bir kuşkuyla bakılıyor.
Oysa, örneğin bir Ergenekon davası, “Türk devletinin derinliklerine yerleşmiş, karanlık, antidemokratik ve illegal güçlere karşı nihayet harekete geçiliyor” diye AB’de ilk etapta memnuniyet dahi yaratmıştı.
Muhalif medyaya uygulanan baskılar, ilköğretimde İslami eğitimin önünü açan “reform”, çağdaş tiyatrolara karşı yürütülen kampanyalar, keza -Türkiye’de yeterince takdir görmese de dünyaca ünlü olan piyanistimiz- Fazıl Say’a karşı açılan “İslama hakaret” davası gibi gelişmeler de “AKP’nin asıl niyetiyle” ilgili kuşkuları besliyor.
Başbakan Erdoğan’ın beklenmedik bir şekilde açtığı ve çağdaş kesimler tarafından infiale neden olan kürtaj tartışması, kreşlere, hatta opera binasına mescit zorunluluğu getirileceğine ve TRT’de İslami bir kanalın açılacağına dair haberler ise kaygıları daha da artırıyor.
Bu arada Başbakan Erdoğan da, “Dini nesil istiyoruz” ve -daha sonra hatalı olduğunu kabul etse de- Türkiye’de “tek din” istediklerine dair sözleriyle de bu endişeleri kendi eliyle körüklemiş oldu.
İktidarın hoşuna gitmeyen gazetecilerin işlerini kaybetmeye başlamaları ise, “hükümetin yarattığı korku ortamında medya sahiplerinin işlerinin selameti açısından talimatsız olarak attıkları adımlar” olarak diplomatların raporlarına giriyor. AB diplomatlarıyla yaptığımız konuşmalarda söylediklerinden bu ortaya çıkıyor.

Pierini sessizliğini bozdu


Türkiye’deki görevi sırasında siyasi açıklamalar açısından ketum davranmış olan, bu nedenle de “AKP’ye yakın durmakla” dahi suçlanan, AB’nin Ankara’daki eski büyükelçisi Marc Pierini bile sessizliğini bozma gereğini duymuş.
AFP ajansının sorularını yanıtlayan Pierini, “Son dönemde peş peşe gelen bir dizi gelişme, muhafazakâr eğilimin ağır bastığını ve herhangi bir muhalefetle karşılaşmadığını gösteriyor” diye konuşmuş.
Türkiye’nin geleceğini kendilerinde gören Başbakan Erdoğan ile AKP kurmayları, AB’den yansıyan bu olumsuz yorumlardaki kusuru, kuşkusuz, “acemi diplomatlarda” ve “kötü niyetli medya mensuplarında” bulup “Söylenenler bizi ırgalamaz” diye düşünüyorlardır.
Ancak Türkiye’den yansıyan bu olumsuz imajın, Ortadoğu’da Türkiye’ye “çağdaş bir model ülke” gözüyle bakan aydınlar arasında da hayal kırıklığı yaratmaya başladığını görüyoruz. Yer darlığı nedeniyle bu konuya başka bir yazımızda girmemiz gerekecek.
Fakat özetlemek gerekirse, “ekonomik başarılarından” çok söz ediliyor olsa da, şu anda Türkiye’den kalkınmış dünyaya ve bölgenin aydın kesimlerine, bazılarının sandığı kadar olumlu bir imaj yansımıyor.

(Milliyet gazetesinden alınmıştır)