Başbakan Erdoğan Beşar el Esad’a güvenmemekte haklı. Bugüne kadar verdiği hiçbir sözü tutmayan bir liderin inanılırlığı elbette ki sıfıra yakındır. Onun için Esad’ın, verdiği söze rağmen, eski BM Genel Sekreteri Annan’ın planına uymama olasılığı yüksek.

Açıkçası, Annan’ın Güvenlik Konseyi ve Arap Birliği’nin desteği ile yürüttüğü çabalar, Esad’ın gerçekten uluslararası dengeleri başarıyla manipüle eden bir “kurt politikacı” mı, yoksa “şark kurnazlığının” sonuna gelmiş bitik bir siyasetçi mi olduğunu gösterecek.

Kısacası Annan planı Esad için son şanstır. Rusya ve Çin’in desteği ile kendisine müzakere masasında yer açmış oldu. Birlik sağladıklarını iddia etmelerine rağmen darmadağın bir görüntü vermeye devam eden muhalifler arasındaysa kendisiyle müzakereye yatkın olanlar var.

Esad bu fırsatı da kaçırırsa o zaman kendi sonunu da garantilemiş olacak. Çünkü Suriye’deki ateş Rusya ile Çin’in bile destekleyemeyecekleri boyutlara erişecek. Fakat bu ülkelerin desteği ile müzakere sürecine girerse kendisini bir şekilde kurtarma şansı var.

Rusya’nın yanı sıra İran da bunun için çalışıyor.

Bu tabii Ankara’nın istediği bir durum değil. Nitekim Türkiye ile İran arasında Suriye konusunda var olan çatlak, Erdoğan’ın Tahran ziyaretinde bariz bir şekilde görüldü. Türkiye ile Rusya arasındaki görüş farkı da daha önce Seul’da ortaya çıktı.

Özetle, Güvenlik Konseyi ile Arap Birliği’nin Annan’a destek vermeleri, Esad’ın bir an evvel gitmesini isteyen Ankara için oyunun kurallarını değiştirdi. Bu, İstanbul’da yapılacak olan “Suriye’nin Dostları” toplantısını da kaçınılmaz olarak etkileyecek. Açıkçası, “Suriye’nin Dostları” grubuna Annan’ı desteklemekten başka bir seçenek pek kalmadı.

Buna rağmen İstanbul’dan aykırı bir karar çıkarsa Türkiye, Suriye için yürütülen ve işin bir ucunda Esad’ın olduğu diplomatik çabaların dışına itilecektir. Oysa bunun olmaması gerekiyor zira Suriye’deki gelişmelerden en çok etkilenen ülkelerin başında Türkiye geliyor.

Bu nedenle, gelişmeler istediği yönde olmasa bile, Ankara Annan’ın ortaya çıkardığı planın başarısızlığa uğramasını temenni ediyormuş gibi bir hava yaratmamalı. Esad’ın, Moskova’nın ağır baskıları ile Annan planına uymaya başlaması olasılığını da gözetmeli.

Bu arada en önemlisi, Türkiye, fazla “taraf” olduğu Suriye konusunda “orta alana” dönmenin yollarını aramalı. Hızla gelişen mevcut konjonktürde en gerçekçi seçenek budur.

Fakat Esad, Erdoğan’ı haklı çıkartıp saldırılarına devam ederse, o zaman durum zaten değişmiş olacak. Yukarıda da belirtildiği gibi Esad verilen bu son fırsatı da heba edip kendi sonunu o zaman gerçekten hazırlamış olacak.

Ankara bu işi biraz kişiselleştirmiş gibi görünüyorsa da, sonuçta burada Türkiye için önemli olan Esad değil. Türkiye’nin ilk etaptaki çıkarı, Suriye’de istikrarı sağlamak; bu olmuyorsa o zaman patlak verecek bir iç savaşın olumsuz yansımalarına karşı kendisini hazırlamaktır.

İşin insani boyutuna gelince Türkiye bu çerçevedeki girişimlerini de tek taraflı olarak değil, uluslararası kuruluşlarla birlikte eşgüdüm içinde, yani çok taraflı olarak yapmalı. Bu arada Suriye’ye karşı duygusal çıkışlarla veya ideolojik güdülerle yürürlüğe sokulacak tek taraflı askeri girişimlerin sonunda yalnız kalma olasılığı da göz ardı edilmemeli.

Sonuçta Ankara’nın Esad’ı gönderme planları tutmadı. Türkiye bunu kabul edip Suriye politikasını gelinen noktanın gerektirdiği gerçekçi zemine oturtmalı. Tabii Erdoğan’ın beklentisi doğru çıkar ve Esad yalancı olduğunu tekrar teyit ederse o zaman, dediğimiz gibi, durum değişir.

Ankara da, BM’nin ve Arap Birliği’nin desteğini de alarak, politikalarını ona göre ayarlar. Sonuçta diplomasi sabit bir “zanaat” değil, sahadaki duruma göre esneklik ve yaratıcılık gerektiren bir “sanattır.”

Bu nedenle Türkiye Annan’ın yürüttüğü süreçte yalnız kalmamalı diyoruz. Unutmamak lazım ki, birbirlerine düşman olan ABD ve İran bile, diplomasinin garip bir tecellisi sayesinde, Annan’a destek olma konusunda hemfikirler.

(Milliyet)