Travma serisinin ikinci bölümüne hoşgeldiniz. Literatürde travma ve travma türü vakalar genel olarak ‘stres tepkisi’ sınıfına girmektedir. Bu kesinlikle başitleştirme çabası değildir. Psikolojide ‘stres’ ünvanı dışarıdan gelen – ama bizi fiziksel olarak bir nevi ‘aktif’ hale getiren – unsurlardır.

Travma bizi derinden yaralayan bir olaydır. Bir yaşanmışlıktır. Ve ‘yaşam seyrimizi’ ciddi biçimde etkileyebilecek kuvvettedir. Bu bölümde, hem fiziksel, hem de psikolojik sonuçlarını değerlendirip, klinik etkilerini işleyeceğiz. İyi okumalar dilerim.

Tezahürü

Okurlarıma şunu belirtmek isterim, travma’nın belirtilerini 2 farklı kulvara ayırsakta (fiziksel ve psikolojik) – bu sadece etkilerini daha anlaşılır hale getirme çabasıdır. Normalde, bu iki kulvar birbirinden bağımsız değildir, ve birbirine bağlı olmakla bilikte, simbiyotiktir – yani bir bölümün etkilenmesi ya da değişmesi, başka bir bölümün de etkilenip, değişmesi anlamına gelir.

§  Fiziksel: Beyin ve Beden

Travmaya maruz kalmış bir insan, beyni’nin bir çok yerinde değişiklik yaşasada – bu değişikliğin en çok yaşandığı bölgeler ‘limbik sistemi’ ve ‘prefrontal korteksdir (önbeyin)’. Limbik sistemi insan’ın dışarıdan gelen uyaranlara verdiği davranışsal ve duygusal tepkilerini belirlemek iken, önbeyin ise insanın düşüncesel becerisini yönetmektedir.

Stres zamanında beyinimizin verdiği tepki önem arz eder. Beynimiz stres veren bir durumla karşı karşıya kaldığında salisede HPA eksenini aktif hale getirir – ve beyin bedenimize adrenalin ve kortisol salgılar. Bu bizim temel fiziksel tepkimizdir. Stres kronik olduğunda, ve travma şekli aldığında, etkisini beyinimizde görebiliriz. Semptomların temel kaynakları – beynimizin bu HPA eksenini düzenleyemeyip, etkisiz hale getiremediği için – beyin bölgelerinde ortaya çıkan değişiklikler ve yıpranmalardır.

Yukarıda belirtildiği gibi – beyin bu HPA eksenini yönetemediğinde – zaman aşımında fiziksel belirtiler olacaktır, ve bedeni stres’e karşı hassaslaştıracaktır. HPA ekseni’nin duraksız aktif olması kortisolun uzun dönem bedene salgılanacağı anlamına gelir, bu da bedeni de (bilhassa kalbi, akciğeri, ve migdeyi) yıpratır. Fiziksel belirtilerden en önemlileri tansiyon, midge ağrıları, eklem ağrıları, ve solunum yolu hastalıklarıdır.

§  Psikolojik: Düşüncesel ve Duygusal

Biyolojik ve bilişsel sistemler birbirinin aynasıdır, ve düşüncesel bozukluklar beyinde görülen yıpranmaların yansımasıdır Düşünce seviyesinde en belirgin semptomlar ‘yönetici fonksiyon’ dediğimiz sistemdeki hafızasal ve algısal alanlardadır. ‘Çalışan hafıza’ dediğimiz sistem bilişsel bir fonksiyondur, ve dıştan gelen bilgileri değerlendirme ve uzun dönem hafızaya yüklemeyle yükümlüdür.

Travmaya maruz kalmış bir insan hem hatırlama, hem de algılama konusunda bozukluklar yaşayabilir. Bilhassa, travmatize olmuş bir insan’nın ‘tehdit algısında’ çok belirgin değişiklikler vardır, ve ‘normal’ ortamlar ve dış etkenlerin bile tehdit olarak algılandığı görülür. Bunun sebebi, beynin ‘hayatta kalma’ moduna geçip, orada çakılı kalmasından dolayıdır.

Nitekim, beyindeki yıpranmanın ruhsal boyutlarıda olacaktır. Limbik sistemi duygusal konularda görev üstlendiği için, oradaki yıpranma duygularımızı etkileyecektir. Önbeyindeki aşırı tehdit algısı, limbik sistemine yansıdığında, travmalı olan bir insan sürekli acı, korku, ve tereddüt hissedecektir. Çünki maalesef, dünya onun için daima tehlikeli bir yerdir. Ama ruhsal boyutu sadece beyindeki yıpranmadan kaynaklı değildir, ve ‘bedensel hafızayı’ da olumsuz etkileyecektir, ve bazende daha da önem taşıyabilir (bedensel hafızayı ileriki zamanda detaylı bir şekilde işleyeceğim).

 

Tecellisi

Travma semptomları her insanda faklı şekilde tecelli edebilir (insan’ın doğası gereği sistemsel olarak kişilerarası benzerliker olsada). Ve semptomların hepsi ya da birkaçı olabilir, bazen travmatize olan biri hiçbir semptom göstermeyebilir – yani her vaka birbirinden bağımsız biçimde derelendirilmesi gerekir.

§  Panik Atak

Şüphesiz, panik atak travmanın baş belirtilerindendir. Panik atak, bir insanın güçlü bir dehşet ve umutsuzluk girdabına düşmesidir, ve kendi dünyasının her an ‘sona ereceği’ endişesidir. Dikkat edilirse, panik atak, travmanın yaşandığı aynı mevsim, gün, ya da saatte bile başladığı görülebilir.

§  Strese Karşı Hassaslık

Stres kronik olduğu zaman, ya da bir çok stresli konular ile mücadele edildiği zaman (yukarıda belirtildiği gibi) – bedenimiz ve zihnmiz strese karşı hassaslaşır. Ve bazen, en küçük stresli olaya bile tahammül edemez hale gelebilir insan. Bu travmanın baş belirtilerinden biridir. Ama buraya bir çizgi çekilmesi gerek – “ay ben bezdim artık” dediğimizde, bizde travmanın olduğu anlamına gelmez – çünkü sıkıntıdan bezmek gayet normal ve insani bir tepkidir. Burada bahsedilen hassaslık, kişinin ciddi bir ‘kaçış’ davranışları sergileyip, tamamen konudan kopmasıyla alakalıdır. Lütfen yaşadığımız her üzücü konuya ve en önemlisi kendimize haybeye ‘travma’ etiketi vermeylim.

§  Aşırı Duygu Değişimleri/Dalgalanmaları

Beyin duyguları yönetemediği için, daha doğrusu yönetebilmek için gerekli hormonsal ve kimyasal mesajları veremedeği için, aşırı duygusal dalgalanmalar yaşanabilir. Konu travma olunca, zihin yaşanan acı veren durumu işleyemediği için, olay “halen oluyormuş” gibi yaşatılır, ve bu duygusal aşırılık normaldir. Ek olarak; Bipolar gibi görünsede, bu gerçeği yanıstmamaktadır – çünki Bipolar kendine has klinik bir rahatsızlıktır.

§  Ayrışma (Dısosyatif)

Diğer makalemden alıntı: “PTSD’in bir semptomu olarak görülsede, literatürde kendine has bir bölümü vardır. Ayrışma iç ve dış dünyanın uyuşamamasıdır, ve kişinin kendisinden ve dünyasından kopukluk yaşamasıdır. Literatürde ‘ayrışmanın’ iki amacı olduğu düşünülür. Bir, kendi zihnini koruma refleksi. İkincisi, travma yaşandığı zaman kişi zihinin bir parçasını o olayda bıraktığı için, zihin iki farklı ‘zaman dilimine’ bölünmesi gibidir. Yani ne kadar farklı travma, o kadar zihin bölünmesi anlamına gelebilir. Belirtiler arasında: ‘Hafıza sorunları’, ‘Kaçma Davranışları’, ‘Ciddi duygusal değişiklikler’, ‘Beyin Sislenmesi’, ve ‘Kimlik karmaşası’ bulunabilir.”

§  Klinik Depresyon

Klinik depresyon hafife alinmayacak kadar ciddi bir rahatsızlıktır, ve tedavi uygulanmazsa bir insanın tüm yaşama sevincini ve kabiliyetini elinden alabilecek düzeydedir. Travmadan sonra görülen depresyon, genellikle kişinin derin üzüntü, ‘umut/ümit’ kaybı, ve en önemlisi kişinin ciddi değersizlik yaşamasıyla ilişkilidir. Genel olarak depresyonun serotonin eksikliğinden kaynaklandığı inanılır. Seretonin eksikliği baş bir faktör olsada, işin aslı biraz farklıdır. Olaya tamamen fiziksel olarak bakılırsa, depresyon ‘Monoamın Eksikliği/Yetersizliğinden’ kaynaklıdır. Monoamın sistemi üç farklı kimyasal ve hormondan oluşur (Seretonin, Dopamin, ve Norepinefrin).

§  Risk/Tehdit Değerlendirme Sorunları

‘Çalışan Hafızanın’ yetersizliği, dışarıdan beynimize gelen bilgiyi yanlış tartmasına neden olabilir. Zihin ‘daimi savunma’ ya da ‘hayatta kalma’ moduna girdiyse, etrafındaki tehlikesiz unsurları ‘tehlikeli’ diye değerlendirme olasılığı yükselir. Bir benzetme yapılması gerekirse; zihin, yaşadığı travma yaratan durumdan sonra, normal yaşantıyı bile tek bir renk ile boyayıp kendini korumaya alma çabasıdır.

§  Dikkat ve Odaklanma Sorunları

Travma yaşamış bir insan bazen ‘aşırı dikkat’, ve bazen ‘dikkat bozukluğu’ yaşayabilir. Hangisinin yaşandığı, psikolojideki herşey gibi, ortama ve duruma göredir. ‘Aşırı dikkat’ risk değerlendirme ile ilişkindir; ve, 1) olay hatırlandığında kişinin içindeki travma ‘aktif’ hale geldiğinde, ve 2) ortamda tehdit teşkil edecek bir unsur radara girdiğinde ortaya çıkar. Travmadaki dikkat bozukluğu ise 1) ‘Ayrışma (Dışosyatif)’, 2) Kronik biçimde salgılanan katekolamin ve kortisolun sebep olduğu Önbeyin yıpranmasıyla alakalıdır.

 

Anlaşıldığı gibi travma; ne terim olarak, ne sistem olarak, ne de belirti olarak, tam anlamıyla kapsamak kolay değildir. Travma komplike bir oluşumdur, etkileri komplikedir, sonuçlarıda komplikedir. Gelecek bölümde de travmanın tedavisi, ve gelişim araçlarını işleyeceğiz.

 

Şağılackla kalın,

 

Psk. Akın Gürsoy

Insta: @akin.resmi