Kim ne derse desin gerek Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, gerekse Ankara’da her zamankinden fazla bir gayret var Kıbrıs sorununun çözümü için. 

Ümit var mı? Bu gayretler niye? 
Öncelikle kararlılık var denilebilir. Ümit veya ümitsizlik zaten bir ölçü değil bu gibi işlerde. 

Ankara Kıbrıs’ta Kıbrıs Türkünün kabul edebileceği bir anlaşmayı kabul edeceğini her zaman söyleye geldiği gibi şimdi de ısrarla belirtiyor. Ölçü bu. Kıbrıs Türkünün kabul edebileceği anlaşma… 
Peki niye ölçü böyle? 
Her şeyden önce varılacak çözüm ne olursa olsun elbette ki acı ödünler içerecek, herkesi memnun etmeyecek. Kaçıncı defa bir kısım vatandaş yerinden yurdundan olacak; önemli yerleşim birimler, tarım alanları, iş yerleri Rum kesimine bırakılacak; belki mahalleye BİR,İKİ Rum aile gelip yerleşecek… 
Kıbrıs Türkü ses çıkarır, ben bu anlaşmayı kabul etmiyorum derse tam da seçim dönemindeki Türkiye’de fırtınalar kopar, muhalefet satış falan diye propagandaya başlar, can sıkıcı ve faturası kabarık bir dönem olur seçim süreci. Bırakın Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarını hiçbir Türk iktidarı böyle bir faturayı ödemeyi göze almaz, alamaz. 
Diğer yandan yapılacak bir anlaşmayı Kıbrıs Türk halkı kabul etmiyor ise referandumda da hayır der ve böylece bu sefer ya tek başımıza ya da Rumlarla birlikte çözüm istemeyen taraf oluruz. Rumlarla beraber olma durumunda yeni teşebbüslerin yolu açılır. Ama ya bir de Rumlar evet der biz hayır sersek? Yandı gülüm keten helva… Öyle Rumlar gibi 2-3 yıl ötelenip, itilip kal-kılıp ondan sonra yine el bebek gül bebek durumuna gelemeyiz, resmen itilmiş, kakılmış oluruz. Bunu bilmek gerek. 
Rum tarafı kaçıyor. Görüşmeye bile gelmiyor adam. 
Önce görüşmeden sonra yayınlanacak metnin üzerinde mutabık kalınması gerekirmiş. Evet her sürecin bir modalitesi, bir çerçevesi olur. Ama varılacak anlaşmada verilecek ödünleri sanki anlaşma yapılmış gibi daha en baştan açılış metninde vermek ne mene bir iştir ki? 
Glafkos Klerides rahat uyusun ölümü bir imkan yarattı. Başsağlığı için Nikos Anastasiades’i arayan Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu’nun önerisi ve Anastasiades’in kabulüyle iki lider BM dışında ve tamamen özel olmak kaydıyla akşamüstü ara bölgedeki Chateau Status (Şato Statü) lokantasında bir araya geliyorlar. 
Önemli bir gelişme bu. Barış ve çözüm diyen herkes ümitle bu görüşmeden yeni bir uzlaşı, görüşme sürecini başlatacak bir kıvılcım bekliyor. 
Olur mu? Niye olmasın. Eğer siyasi istek ve kararlılık var ise, ki Türk tarafında olduğunu biliyoruz, niye olmasın? 
Rum tarafında da var mı peki? Dokuz aydır patinaj yapan, Şimdiye kadar görüşme konusunda çamura yatan Anastasiades hükümetinin de artık daha geri adımlar atabilmesi mümkün değil, deniz bitti veya başka bir deyişle duvara dayandı. Eli mahkum ya görüşmeye başlayacak ya da istemediğini ilan edip faturasına katlanacak. 
Bu süreçte Futbol Federasyonu başkanı Sertoğlu gibi dandik işlere girmez, kişi kişi, sektör sektör kendi çözümlerimizi geliştirme hadsizliğine düşmez isek durum olumludur. 



25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü… 

Kadına şiddette doğrusu çok kara tablo karşımızda duruyor. Türkiye’nin ilk imzalayan ülke olduğu İstanbul Sözleşmesi ve kadına karşı şiddeti önleme yasasında birçok önlemden söz ediliyor. Ancak bunların birçoğu etkin biçimde yaşama geçirilmemiş durumda. 
Sevgili dostum CHP’li Gülsün Bilgehan, çoğu kâğıt üzerinde kalan önlemleri raporlaştırdı. Sonuç: Kadına şiddette tablo vahim… 
Gerçi bir şeylerin değişmesi çok zor ve Bilgehan’ın raporunu yetkililerin okuyacağını pek de tahmin etmiyorum ama yine de bu raporun en azından kamuoyu ile paylaşılmasının farkındalık yaratmaya hizmet edeceği ve yararlı olacağını düşündüm. 
Rapora göre, Türkiye’nin ilk imzalayan ülke olduğu Avrupa Konseyi İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı kadına karşı şiddeti önleme yasasında birçok önlemden söz ediliyor. Ancak bunların birçoğu etkin biçimde yaşama geçirilmemiş durumda. 
İşte, Bilgehan’ın bu düzenlemelerden yola çıkarak hazırladığı Türkiye’nin “kadına karşı şiddet karnesi” özetle şöyle: 
- İstanbul Sözleşmesinde “Şiddet mağdurlarına insan haklarına uygun bir şekilde ve süratle destek verilecek” deniliyor. Türkiye’de ise koruma altındayken bile kadınlar öldürülmeye devam ediliyor. 
-İhbar mekanizması çok önemli bir önleyici tedbirken bugünlerde kızlı-erkekli oturulan evlerin ihbar edilmesi ve polisin bu evlere baskın düzenlenmesi ortamı oluşturuldu. Bir başka deyişle, sorun olan evlere yeterince ulaşılamazken, sorun olmayan evlerde sorun çıkarılmaya uğraşıldı. 
- Yasaya göre TRT’de her ay en az 90 dakika toplumsal cinsiyet eşitliğine dair, kadının toplumsal yaşama katılmasına dair yayın yapılması gerekiyor. Ne var ki bu yönde etkili yayınlara rastlanılmadığı gibi, tam tersine TRT’den kadınları aşağılayan sözler eksik olmuyor! 
- Yasada,“İlköğretim ve ortaöğretim müfredatına, kadının insan hakları ve kadın erkek eşitliği konusunda eğitime yönelik dersler konulur” ifadesi yer alıyor. Bu konuda ciddi bir hazırlık göze çarpmadığı gibi, kız öğrencilerle erkek öğrencilerin ayrı okullarda okuması tartışılmaya başlandı. Ayrıca ders kitaplarındaki ayrımcı ifadeler de ayıklanmamıştır. 
-Devlet koruması altındaki kadına devlet tarafından geçici maddi yardım yapılması gerekliliği hem İstanbul Sözleşmesi hem de yasada öngörüldü. Yasaya göre asgari ücretin günlük tutarı geçici olarak verilmesi gerekmektedir. Bu hükmün gerektiği biçimde uygulanıp uygulanmadığı bilinmiyor, üstelik asgari ücret üzerinden verilen bir yardımın kadının sosyal ve ekonomik hayata dönmesine yetmeyeceği ortada. 
- İstanbul Sözleşmesi 37.maddesi, taraf devletlerden, “zorla evlendirmelerin” suç sayılması için gereken hukuki ve idari ve cezai önlemlerin alınmasını istemektedir. Türkiye’de ise sayıları yüz binleri bulan çocuk gelinlerle ilgili etkin bir önlem alınmıyor. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı çalışmalar yürütüyor ama hükümetin çocuk gelinlere karşı olduğuna ilişkin net bir açıklaması bile yok. 
Erkekler nerede rehabilitasyon alıyor? 
Gülsün Bilgehan, hazırladığı raporda şiddet uygulayan erkeklere de yasaya göre rehabilitasyon programı uygulanması gerektiğine dikkat çekerken, “Ancak bu rehabilitasyonun uygulanıp uygulanmadığı, nerede ve nasıl uygulandığının belli değildir. Hukukçular, rehabilitasyon uygulanan bir erkeğe rastlamadıklarını ifade etmektedirler” dedi. 

İstanbul sözleşmesi nasıl yürürlüğe girer? 
İstanbul Sözleşmesi'nin 47 üye ülke nezdinde de yürürlüğe girmesi için ve Avrupa Konseyi'nin bu sözleşme özelinde kuracağı izleme ve değerlendirme mekanizması olan GREVİO'nun işleyişine başlayabilmesi için 47 üye ülkeden 10’unun imzalaması ve parlamentosunda kabul etmesi gerekiyor. 
24 Kasım 2013 itibariyle sözleşmeyi parlamentolarında kabul edip yürürlüğe sokan ülkeler: Türkiye, Arnavutluk, Avusturya, Bosna-Hersek,İtalya, Karadağ,Portekiz, Sırbistan.

(Star Kıbrıs'tan)