Ülkemiz öyle bir ülke ki, olağan yaşamın içinde olağan ve normal yazıları yazmak insana pek nasip olmuyor. Özellikle son günlerde Kürtleri alana çekmek, savaşa sürüklemek, kardeşkanını akıtmak ve yeni katliamlara maruz kalmasını sağlamak için iç ve dış Ergenekonvari yapılar tüm enerjileriyle mücadele ediyorlar.


Lice’de meydana gelen olayda yaşamını yitiren Medeni Yıldırım’ı rahmetle anarken ailelerine başsağlığı diliyorum. PKK, KCK, BDP ve Diyarbakır’daki TSK’ların yaptıkları zehir zemberek ve çok sert açıklamalarının barış diline ve sürecin ruhuna uymadığını ifade ederken hükümetinde biran önce Yıldırım’ın katilini ve olaya sebebiyet verenleri de adaletin önüne çıkarılması gerekir.


Kürt halkını tekrar savaşa ve çatışmaya sürüklemek isteyen odaklara karşı da çok uyanık olunması gerektiğinin de altını çizmek istiyorum.


Hatırlanacağı gibi Erzurum’da Cıbranlı Halit başkanlığında kurulan “Berivaniya Mafe Kürd” ismindeki örgütün isyan gerekçesinin en önemli dördüncü maddesi şuydu:


“Kemalist Cumhuriyet kurulmadan ve kuruluşun ilk dönemlerinde işgalci güçlere karşı koyarken verilen sözleri ve Kürt halkının haklı taleplerinde varılan mutabakatı tek taraflı olarak şuanda kabul etmek istememektedir. Bu dikkate alınmayınca devrime kalkışmak zorunlu olmuştur” maddesi idi.


Kemalist zihniyetin değişmemesi sonucunda ülke tarihinde yaşanan 28 İsyan, bu isyanların mirası olan, tamamen Kemalist ve Ergenekoncuların eliyle yaratılan PKK isyanı olmuştur. Bu isyan ve katliamlar sırasında nice vatan evlatları toprağa düşmüş ve nice Anadolu ailelerin yüreğine, ocağına ateş düşmüştür. Her ocak gözyaşı, yürek sancısı ve acı anılarla süslenmiştir.


İşte bugünlerde rahmetle andığımız Şeyh Said ve Orhan Doğan gibi isimler Türk ve Kürt siyasal tarihine damga vurmuş şahsiyetlerdir.


Orhan Doğan’ı çok yakında tanıyan ve onunla çok kez mülakat yapan biri olarak, Doğan’ın şimdiki BDP yöneticilerinden farklı profil çizen bir tarafı vardı. Doğan, barışsever, mülahim, Doğu ve Batı’yı sevgiyle kucaklayan bir kişiliğe sahipti.


Şeyh Said idam edilmeden önce, kendisine sözde yargıçlar peş peşe soru soruyor.


“Şeyh Efendi, sen bu ayaklanmanın önderi olduğunu inkar edebilir misin?”
“Ne için ve kime karşı inkar edeyim ki? Bu isyanın tam içindeyim. Ne gerisinde ne de ilerisindeyim”
“Ne ilerisinde ne gerisinde olduğunu belirtiyorsun. Bu ne anlama geliyor açabilir misin?”


“Benden evvel bu mücadeleye başlayanlar oldu. Bende aynı isteklerle bu ayaklanmayı sürdürdüm. Bundan sonrada bu isteklerle yeni ayaklanmalar er ya da geç olacaktır. Bunu o anlamda söylüyorum”


“Sen Şeyhsin ve ruhani bir alimsin. Müslüman kanını dökmek dine göre doğru muydu?”


“Siyasi haklarımızı güven içinde bize vermediniz. Dine göre başkasının haklarını ihlal etmek en büyük dinsizliktir. Kürtler, siyasi ve hukuksal haklarını elde etmek için mücadeleye atılmak zorunda kalmıştır. Eğer siz haklarımızı ihlal etmeseydiniz ve istemelerimizi kurşunla karşılamasaydınız, bu olaylar vuku bulmazdı.


Biz katliama tabi tutulmuş ve hiçbir hakkımız kalmamışken sizin hatırınıza din gelmedi. Biz hakkımızı isterken ve zorunlu olarak kendimizi ve hukukumuzu savunurken, din sizin hatırınıza geliyor. Burada din mukayesesi olamaz”


“Neden bazı isyancı arkadaşların bu gerçeği inkar ediyor?”


“Kendi haklı davaları için mücadele edip de sonra inkar ediyorlarsa burada sizin düşünmeniz lazım. Onlar sizden korkabilirler. Ancak milletin, halkın ve tarihin hükmünden korktuklarını sanmıyorum”


“Bizce siz İngilizlerin parasal destek ve telkinleriyle kışkırtılarak bu ayaklanmaya kalktınız. Ne dersin?”


“Susayan bir zatın başkasının talimatıyla su içmeye ihtiyacı olamaz. Susayan insan tereddütsüz su içer. Barutsuz silah da ses vermez. Bunlar sadece propoganda amaçlı ortaya atılan boş iddialardır”


“Sen ve siyasi arkadaşların diplomatik bir yöntemle Türk hükümetinden bu haklarınızı istemek yerine neden savaşa başvurdunuz?”


“Bizim askerlerimiz Anatoli’ya gelmedi. Siz seferberlik ilan ederek askerlerinizi bizimle savaşmak üzere gönderdiniz. Katliamdan Türk çocukları ve insanı değil, Kürt çocukları, kadınları, yaşlıları ve Kürt insanıdır.


Bizim ahlakımız da başka milletlere düşmanlık yoktur. Bizde olan ahlakı, biz sizden görmedik. Nasıl ki Lozan’da tüm haklarımız bir çırpıda yok edildi, insaf ve edep ölçüleri ortaya konuldu ve görüldü ki mazlum halkların masum istekleri sadece istemekle verilmiyor. Bu nedenle haklarını alması gerektiği ortaya çıkıyor”


“Bu cevapların gösteriyor ki, sen işlediğin suçlardan pişmanlık duymuyorsun ve hala aynı fikirlerini muhafaza ediyorsun.
“Her kim ki kendine karşı samimi ise doğruluk ve dürüstlük yolundan ayrılmaz. Ben ve bizlerin de yolumuzdan ayrılmamız için bir neden yoktur”


KARAR:


“Bu itiraflarla, adalet olarak Türk hukukuna göre; Kırk sekiz suçlu kişinin idamına karar verilmiştir. Sizler, Kürt ve Kürdistan iedallerinin hesabını darağacının altında boynunuza geçirilen şeritlerin altına çekilerek vermek zorunda kaldınız”


İşte İsmet İnönü’nün ürünü olan idam ve katliamların acısını millet olarak hep birlikte çekiyoruz.