İşimiz yok, içimiz var...

Myanmar’da ne işimiz var, taa oralarda, dedi köşe yazarlarımız… Sözün bittiği yer oldu o satırlar. Bunlar için yapacak birşey yok, hemen uzaklaşmak lazım, çoluğu çocuğu kapıp kaçmak… yeni nesli korumak.
 
Düşünüyorum birkaç gündür ben de, neden gidilir taa oralara?.. Gördük, çamur içinde her yer, neredeyse çıplak, bakımsız, kirli, aç insanlar.. Herkes ağlaşıyor bir de fotoğraflarda, Budistler mi kovalıyormuş ne? Ne yaptılarsa artık... Uzak durmak lazım dertliden. Öyle der yaşam koçları bizim buralarda; ‘hayat kısa keyfinize bakın, dertten kederden uzak durun’. Bunu duymak için seans başı 100 dolar verilir ama Myanmar’a 5 tl yollanmaz. 
 
Güzel bir tatil imkanı olsa gidilir yoksa… binlerce dolara 18 saat uçulur egzotik adalara… o önemli bir amaca yöneliktir. İş için de gidilir, para var ucunda. Ve tabii alışveriş... Ama şimdi gel de anlat insanımsılara ta uzaktaki bir ülkeden gelen yardım çığlıklarına neden koşulduğunu. İçi olmayana işimizi anlat şimdi oralarda. Yardımsa yakındakilere edin… yardım kilometre bazında yapılır çünkü. Benimki seninki, yakındaki uzaktaki diye bir ölçü vardır yardımda. Yardım kavramı menfaatler üzerine kurulur. Siyasi hesaplar, rantlar… 
 
Neden var ki dünyanın her yerinde afetlere koşan yardım örgütleri, dayanışma, kurtarma, sağlık dernekleri?.. İşi mi yok milletin?.. Bir dağcı kalınca Tibet’in tepesinde neden koşar ki bizim Akut mesela? Deprem olunca niye okyanus ötesinden gelir uçak dolusu malzeme, insanlar?.. Çocuk ticareti denince neden bütün ülkelerin polisi toplanıp çalışır da herkes kendi memleketindekiyle uğraşmaz acaba?.. Var bizim sokak çocuklarımız, onlara bakın. Uyuşturucu keza. Geçip gidiyorsa elalemin ülkesine bize ne? Bir nükleer santralde sorun varsa niye ilgilendirsin ki bizi, kim patlayacaksa o düşünsün… Dünya Doğayı Koruma Vakfı diye bir kuruluş neden var acaba? Herkes kendi bahçesine baksın işte… dünya para gider milletin ormanına, nehrine… Dünyadaki değil yakındaki bizimdir çünkü. İşimize yarayacak olan. Kutup ayılarını ne diye korumaya çalışıyor onca insan, kutup mu göreceğiz hayatta ayı mı? Ne diye onca gönüllü işini gücünü bırakıp hergün hızla eriyen buzullara dikkat çekmek için çırpınıyor acaba?.. Amazonlara, yağmur ormanlarına, soyları tükenmekte olan hayvanlara… Kime ne yaa?.. Var işte hayvanat bahçelerinde iki örnek… Hayatlarını neden tanker önü kesmekle geçiriyor birileri, neden binlerce kilometre uzakta denize dökülen yağları toplamaya, kuşları, balinaları kurtarmaya koşuyor yüzlerce insan… Neden el ülkelerde kuyular açılıyor, okullar, hastaneler yaptırılıyor, size ne? Hepsi zır deli herhalde… 
 
Adını bile duymadığımız yerlerde, beş yıldızlı hastaneleri, ameliyat başı milyarları bırakmış, bir lokma ekmekle yetinip, pislikten, iç savaştan, börtü böcekten ölmeyi göze alarak, sadece hayatta kalmaya çalışan insanlara yardım ediyor yüzlerce gönüllü doktor dünyada. Hepsi aptal. Akılsız, beyinsiz insan dolu dünya. Hiç biri kendi vatanını sevmiyor bu insanların, hepsi vatan haini. Ama bilin ki dünya onlarla ayakta hala.
 
Biliyorum ki bu da çok aptalca bir yazı. Bana sık sık vicdandan bahsettiğim için aptal gözüyle bakan, dünyanın nasıl bir yer olduğunu hala kavrayamadığımı sanan, boşa kürek çektiğimi, hatta ve hatta bu tip yazılar yazdıkça birilerinin kötü niyetlerine hizmet ettiğimi düşünenler var. Gülümsüyorum. Ne akıllılar gördü tarih, sadece savaş bıraktılar çocuklarımıza… kendileri nerede bilinmez.
 
Tamam diyorum, karşımdakinin vicdandan anlayacak bir hali yok, paradan bahsedelim; dünyanın bir ucundaki haksızlığın, bozulan dengenin, sömürgeciliğin, savaşın, zehirlenmiş suların, eriyen buzulların, ekonomik ya da sosyal çöküşlerin tüm dünyaya vereceği zararın, ırkçılığın, açlığın, yoksulluğun, kimyasal silahların, daha sayabileceğim onlarca olayın hepimizi nasıl etkileyeceğini de anlatayım sayfalarca. Amma… bunu gazetecilere, köşe yazarlarına anlatacaksak bu saatten sonra vay dünyanın haline, vah vah bu ülkenin medeniyet algısına, eğitimine, kültürüne… 
 
Bir gazete müsvettesi siyaset yapacağım diye, manşete Başbakan eşinin resmini koyuyorsa ağlarken, soykırımın kucağında yıllardır sefalet içinde yaşatılan, ‘bizi toplayıp çukurlara gömüyorlar canlı canlı, kurtarın’ diye bağıran, öldürülmeleri an meselesi yüzlerce çoluk çocuğa sarılmış, üstüne ‘ne işiniz var bunların yanında, bizim şehitlere ağlayın siz’ diye yazabiliyorsa, insanlığı lağım çukurunun kenarından akıp gitmiş demektir. 
 
Başbakan’ın geçen günkü medya patronlarına ‘o yazarlara nasıl köşe veriyorsunuz?’ söylemine katılmıyorum. Onlar olmazsa nasıl anlatacağız çocuklarımıza iyilikle kötülüğün insanlarda, mesleklerde nasıl şekil bulduğunu? Hep masallara, komplo teorilerine sarılamayız ya. Benim medya patronlarından çok önemli bir ricam var; lütfen belgesellere yer verin. Azaltın şu saçma sapan dizileri, abuk subuk filmleri, sabahın köründe şıkır şıkır saatlerce göbek attırmaları. Dünyada nereler var, kimler nelere muhtaç, kimler nasıl koşuyor o çığlıklara, kimler de nasıl dönüyor sırtını, nasıl örgütlüyor kötülüğü, hepsinin filmi var. Nefis filmler, belgeseller. Gösterin. Tekrar tekrar. Bari bunu yapın. 

(Bugün gazetesinden alınmıştır)