Türkiye hep ilkleri yaşıyor. Yaşadığı ilklerle de siyaset tarihi yeniden yazılıyor.


Cumhuriyet tarihinin son 12 yılında siyasete Recep Tayyip Erdoğan damgası vurulmuştur. Bu damgayı Milli irade vurmuştur.


Recep Tayyip Erdoğan, 12 Aralık 1997de Siirtte Milli Eğitim Bakanlığı tarafından öğretmenlere tavsiye edilen ve bir devlet kuruluşu tarafından yayınlanan kitapta yer alan bir şiiri okuduğu için hapis cezasına çarptırıldı. Dahası İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı görevinden alındı. Muhafazakâr kimliği ile olağanüstü hizmet veren Recep Tayyip Erdoğan’ın başarıları engellenmeliydi.


Tam da o dönemlerde koalisyon hükümetinin çekişmelerinin yaşandığı, Refahyol hükümetinin askerler tarafından zorlama ile indirildiği dönemlerdi.  Refah Partisi zihniyetinin toplumda taban bulmasının hazmedilememesi nedeni ile inançlara ve inançlı yaşamlara karşı adeta savaş başlatılmış ve insanlar baskı altına alınmıştı. Refahyol hükümeti düşürülmüş, Üniversite Rektörleri başı örtülü kızları okula bile almıyor, 12 yaşından küçük çocukların kuran öğrenmeleri dahi yasaklanmıştı. Namaz kılanlar ise “Gerici” olarak algılanıyor ve devletin hiçbir kadrosunda yer almaması için fişleniyorlardı.


Devlet memurları bile içki içenlerden tercih edilir duruma gelmişti.  Diğer yandan ülkenin bir bölümünden ise sürekli şehit haberleri gelmeye devam ediyordu. Büyükşehirlerde de terör bazen bombalarla sivil ve masum canları almayı sürdürüyordu.


Derin güçlerin sistemini bozacak kişi olarak dikkat çeken Recep Tayyip Erdoğan’ı siyaseten imha etme girişimi tam da bu dönemde başladı.


Recep Tayyip Erdoğan’ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı döneminde yaptığı çalışmalar ve hizmetlerle, duruşu ve kendini halka sevdirmesi, halkın nabzını tutarak taleplerini karşılamada ve buna göre örgütlenmede çok başarılı olması, derin güçleri büyük bir endişeye sevk etmişti.


Hapse atmışlardı ama bunun yeterli olmayacağı da biliniyordu. Bu nedenle cezaevinde öldürmenin dahi planlarının yapıldığı istihbarat kaynaklarının notlarında açıkça belirtilmişti.


Bu nedenle, tahliyesi sırasında önlemler alındı. Hatta dublör de kullanılarak olası suikastın önüne geçildi.


Recep Tayyip Erdoğan’ın hapisten çıkması ile Ak Parti’nin kurulma süreci başladı. Derin güçlerin karşısında Recep Tayyip Erdoğan’ın “Kefenimi giydim ve yola çıktım” sözü vardı.


1990’lar, toplum ile devlet arasında kopukluğun dönemi oldu. 2001’de, Adalet ve Kalkınma Partisi toplumun taleplerinin güvencesi olmak iddiası ile ve büyük bir toplumsal destekle kuruldu.


2002 seçimleri ile Türk seçmeni, toplumla kavgalı olan siyaseti ve siyasetçiyi sandığa gömdü.


Türkiye’nin yeni bir siyasi aktörü Ak Parti ve onun çiçeği burnunda liderine ülkenin yönetimini tek başına teslim etti.


AK Parti
, 2002 yılından bu yana girdiği tüm seçimleri çıtayı yükselterek hep kazandı. Özellikle yerel seçimlerde verilen hizmetler halkın teveccühünü aldı.  


Ak Parti misyonu esasen halkın gönlünün yansıması idi. Ak Parti’nin muhafazakâr misyonu bazı kesimlerce yoğun bir dirençle de karşılaştı. Bu direncin oluşmasında, basın, asker, yargı hatta sivil toplum örgütlerinin katılımı ile de çoğu zaman kendini gösterdi.  


AK Parti
 iktidarı boyunca toplum-siyaset-devlet ilişkilerini demokratikleşmeye yönelik siyasi hamleler kıran kırana bir mücadeleye sahne oldu. Recep Tayyip Erdoğan’ın  kararlı duruşu, toplumdan büyük destek gördü. “Dik dur eğilme, bu millet seninle” sloganı toplumda benimsendi. Bu destek arttıkça vesayet bloku zayıfladı.


12 Eylül 2010 referandumuyla siyasal sistem vesayetçi aktörlerden arındırılarak yeni bir siyasal döneme kapı aralandı. 


Halkın Recep Tayyip Erdoğan’a verdiği destek ile Vesayetçi sistemin tasfiye edilme süreci devam etti. Halkın desteğini alan Recep Tayyip Erdoğan ise yatırım ve hizmetlerini halkı memnun edecek düzeyde sürdürdü ve “yeni Türkiye’yi inşa etme” Ak Parti’nin misyonu oldu.


Türkiye’nin hızlı büyümesi, yatırımlarla çağ atlaması ve hatta Marmara Denizi’nin altından Metro geçirmesi Recep Tayyip Erdoğan’ın halk nezdinde desteğini artırsa da derin güçlerin karşıt hırslarını da artırdı.


İçeride ve dışarıda bir araya gelmesi bile beklenmeyen pek çok siyasetçi, medya ve sivil toplum örgütü Recep Tayyip Erdoğan’ı engellemek üzere ittifak kurdu. 


Erdoğan’ın başarılarının zayıflatılması hatta ekonominin dahi bozulması için gizli ittifaklar ve girişimlerde bulunuldu. Erdoğan karşıtlığı siyasetin esas eksenine dönüştü.


Bütün bu çabalar, Başbakan Erdoğan’ın muhtemel Cumhurbaşkanlığını önlemeye dönüktü.


Nitekim Gezi eylemleri ve 17 Aralık operasyonları da doğrudan Recep Tayyip Erdoğan’ı ve ailesini hedef aldı.


Yıllarca Erdoğan’dan destek alarak devlette belirli yerlere gelenler “Paralel yapılanma” oluşturdu. Paralel yapı, Başbakan ve bakanların gizli görüşmelerini dahi kayda alarak ifşa etmekten çekinmedi.  


Başbakan Erdoğan’ın ameliyata girmesi bile hesap edilerek planlar kuruldu ve devletin içindeki yapı kullanılarak MİT Müsteşarı ve Başbakan’a operasyon yapılmaya çalışıldı.


10 Ağustos’ta gerçekleşen Cumhurbaşkanlığı seçimleri ile Türk seçmeni bir kez daha derin yapıya ve Milli iradeye kurulan tuzaklara “Dur” dedi.


“Yeni Türkiye” söylemi ile özdeşleşen Başbakan Erdoğan’a ilk turda verilen Yüzde 52 oy, seçilmiş Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, Cumhurbaşkanlığı sürecinde de derin güçlerle mücadelesine Milli iradenin onayı demekti.


Bir liderin doğuşu mücadelesi ve yaptığı hizmetlerle olur. Recep Tayyip Erdoğan tüm engellemelere karşı bu mücadeleyi vererek, Türkiye’nin lideri olduğunu artık herkes kabul etmiştir.  


Paralel yapıya güvenen dış güçler, bundan böyle Paralel yapıyı ve onun işbirlikçilerini yalnız bırakacak ve kendi ülke çıkarları gereği bükemedikleri eli öpeceklerdir. Siyaset budur.


Recep Tayyip Erdoğan 10 Ağustos seçimi sonrası, AK Parti genel başkanlığından yeni Türkiye’nin kurucu liderliğine geçmiştir.


Ak Parti’de; liderleri Erdoğan’ın Yeni Türkiye hedeflerini sürdürerek yeni bir genel başkan ile yoluna devam edecektir.


Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde 2001’de vesayetçi sistemi savunan derin güçleri tasfiye etmek üzere kurulan AK Parti, bugünlerde, yeni Türkiye’yi inşa etmek üzere yeniden yapılanacak. 


Bu yapılanma devletin kadrolarında da kendini gösterecektir.