CHP Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu ile önceki akşam İstanbul'da iftarda beraberdik. İftar, dar tutulmuş ilahiyat camiasına ve aralarında bizim gazeteden Ali Bulaç ve Ahmet Turan Alkan'ın da bulunduğu bir grup gazeteciye verilmişti. Yer darlığından katılanları yazamıyorum.


Bu iftarı, CHP'nin "yeni CHP" olması adına ben çok önemsedim. Türkiye'de gerilimin ve kutuplaşmanın yerine, uzlaşma kültürünün, diyaloğun ve karşılıklı saygının yerleştirilmesi adına gerçekten önemsedim. Konuya, siyasi bir hamle olarak bakmıyorum. CHP'nin, toplumsal barış adına üzerine düşen sorumluluğun bilinci ile attığı ve ihtiyaç duyduğumuz bir adım olarak bakıyorum. Elbette bu adımın, demokratikleşme yolunda yeni bir duruş, yeni bir üslup ile takviye ve tahkim edilmesi gerekir. Bunu da konuşmak için önümüzde epey zaman ve fırsat var. Şimdilik Sayın Kılıçdaroğlu'nun, iftar sonrasında yaptığı konuşmadan özetler veriyorum:


Ahlaklı insanı yücelterek, ona toplum içinde hak ettiği saygıyı vermeliyiz. Toplumda her yerde, ahlaklı insanların söz ve karar sahibi olması gerekir. Sevgi ve barış toplumu böyle gerçekleşir.


Çocukluğumuzda, Eba Müslimi Horasanî'yi rahmetli babam okur, biz dinlerdik. Fuzuli'nin, "Saadete Erenlerin Bahçesi" (Kerbelâ Şehitlerinin Bahçesi) benim ilk okuduğum din kitabıdır.


Partimiz için "CHP dinsiz parti" diyenler çıkıyor. Oysa bize oy veren 11 milyon insan var. Namazında niyazında olan da var, ateist olan da var...


Dindar tabiri yerine mütedeyyin demeliyiz. Mütedeyyin insanlar önyargılı olmaz. Dar kalıplara hapsolmaz. Mütedeyyin insanda sevgi olur.


Evet, mütedeyyin kitle ile CHP arasında bir mesafe var. Bunun farkındayız. Neden bir mesafe var? Geçmişte hatalarımız olabilir. Bunları gidermemiz lazım. O nedenle bu toplantılara önem veriyoruz. Onun için bu, sıradan bir iftar değil. Bu, muhabbet iftarıdır.


Hazreti Muhammed, bugün 1 milyarın üzerinde bir nüfusu, Müslümanları etkileme gücünü göstermiştir.


"Dindar-dindar olmayan" ayrımı en büyük hatadır. Geçmişte yapılan hatalardan hepimizin ders alması lazım. Bizim de ders almamız lazım.


Biraz önce Sayın Süleyman Ateş ve İstanbul müftümüz siyasette daha yumuşak bir üslup tavsiye ettiler. Evet, toplumu kucaklayan bir üsluba ihtiyacımız var. Ama biz de insanız. Bazen işin dozu o kadar kaçırılıyor ki... Annemin Ermeni olduğu söylendi. Olsa ne olur, o benim annem... Bir gazeteci anneme telefon ediyor. Telefona ablam çıkıyor. Gazeteci, "Siz Ermeni misiniz?" diyor. Ablam; "Hayır biz Müslüman'ız" diyor...


Bu topraklarda barış iklimi var ama kavgaya meyilliyiz. Birbirimizi dinlemeyi bileceğiz ki daha güzel şeyler ortaya çıksın. Farklılıklarımızı, ahlak ortak paydası üzerinde geliştirmeliyiz.


İnancı şekle indirip özünden koparmamak lazım. Din bilginlerine bu konuda büyük görev düşüyor.


Siyasetçi hesap vermek zorundadır. Hesap vermekten kaçmamak lazım. Siyasetçi hesap vermiyorsa demokrasi olgunlaşamaz.


Çağdaş, demokratik ve özgürlükçü bir anayasaya ihtiyacımız var. Şu anda herkes birbirini kolluyor. Samimi olarak oturmak, samimi olarak tartışmak lazım.


Diyanet'in anayasal kurum olarak devam etmesinden yanayız. Statü olarak kalmasını istiyoruz. Ama bütün vatandaşlarımızı kucaklayan bir yapıda olmalıdır.


Terör sorunu Türkiye'nin sorunudur. Ölenlerin yüzde 99,99'u yoksul halk çocuklarıdır. Niye bütün partiler bir masa etrafında toplanıp çözmüyoruz? Dağda ölenler de bizim çocuklarımız. Biz gecikirsek, bu sorun uluslararası boyut kazanırsa sıkıntıyı hepimiz çekeceğiz.


Üniversitelerde başörtüsü serbest olmalıdır.


Bizim, eski 163. madde tekrar gelsin diye bir düşüncemiz yok.


Alevi sorunu çözülmesi çok zor bir sorun değil. Cemevi ibadet yeri sayılmalıdır. Sayılmasa da Aleviler için cemevi, ibadet yeridir. Din bağlamında insanlar sorgulanmamalıdır. Bunu sorgulayacak olan Yüce Allah'tır. Ahlak ile başladım ahlak ile bitireyim: Yeter ki ahlak yüceltilsin...

(Zaman gazetesinden alınmıştır)