Tevazu hırkasını giymiş bir derviş, türkülerin efendisi, kocaman bir değer yanı başınızdadır da fark etmezsiniz. Schuman Meydanı’nda ya da Place du Luxembourg’da Gezi Parkı’na destek eylemlerinde merhabalaşırsınız. CHP Belçika Birliği’nin, genel başkan Kemal Kılıçdaroğlu’nun da katıldığı toplantısına hasta olduğu halde sizi kıramaz gelir. Organizatörler Kılıçdaroğlu’nu onun bestesini çalarak karşılarlar. Sanatçılar Platformu toplantısına gidersiniz, orada kenarda saygıyla dinler herkesi. Mütevazı kişiliğiyle gençlere ışık tutar. Yeri gelince taşın altına da elini sokar, görev üstlenir.

15 yaşında 2 adet 45’liği çıkmıştır. Küçük yaşta geldiği İstanbul’da Âşık Daimi’nin Unkapanı’ndaki dükkânına gidip çaylarını getirmiş, dükkânını süpürmüş. Feyzullah Çınar’ı, Davut Sulari’yi tanımış biridir. 1969 yılında önce Almanya’ya, 2 yıl sonra da Belçika’ya gelir. Almanya’da Türk işçilerinin gittiği lokallerde sahne alır. Belçika’ya geldiğinde maden ocağında işçi olarak çalışmaya başlar. Aydınlık şiirler yazıp bağlamasıyla besteler. 1980 yılında madenler kapatılınca ise kendini tamamen türküye adar. Türkünün geleneksel formunu bozmadan, eskiyi yok etmeden yeniler, yeni bir kişilik kazandırır. Dillerde pelesenk olmuş “Derman Sendedir”, “Çağırırım Dost Dost”, “Hasretim Hasret”, “Güne Reyhan Ekerim”, “Gel Ali’m Yola gidelim”, “Şu Yalan Dünyaya”, “Vahdet Bades’iyle Mestiz”, “Ol Benim Şahıma” gibi türküleri bilirsiniz de bunların yanı başınızdaki birine ait olduğu aklınıza gelmez. Eserlerini Arif Sağ’dan Musa Eroğlu’na, Hasret Gültekin’den Songül Karlı’ya, İlyas Salman’dan İsmail Özden’e, Nilüfer Akbal’dan Nevzat Karataş’a, Sabahat Akkiraz’a kadar onlarca sanatçı seslendirirken beğeniyle dinlersiniz de bu çalışmaların altında imzası olanı hatırlamazsınız.

Sabahattin Ali, Enver Gökçe, Hasan Hüseyin, Ozan Telli
gibi çağdaş şairlerin yanı sıra geleneksel halk ozanlarından Şah Hatayi, Pir Sultan Abdal, Deli Boran, Ruhi Baba’nın dizelerini türküleriyle ölümsüzleştirir. Ama siz bunu teğet geçersiniz.

Zamanında hiçbir siyasi fraksiyona angaje olmaz. Yıllardır “halkın sanatçısı” olmak için uğraş verir. Besteleri Türkiye’nin dört bir yanında çalınır. 500’ü aşkın bestesi vardır. MESAM’a kayıtlı olduğu halde türkülerinden alması gereken telifler bir düzene girmez bir türlü. Vatan hasretini gidermek için eşten dostan borç almak zorunda kalır ama bunu siz fark etmezsiniz.

“40. Sanat Yılı Etkinliği”
30 Ocak 2011 tarihinde Köln Eurosaal’da Emekçi, Ali Asker, Meftuni, Güler Duman, Sabahat Akkiraz, Emre Saltık, Kıvırcık Ali, Saniye ve Sinan, Mikail Aslan, Tekin Karabey, Aydın Öztürk, Beser Şahin, Ali Özel ve Yılmaz Çelik’in katılımıyla gerçekleşir de sizin Brüksel’de kılınız kıpırdamaz.

Belçikalı dostları “Niçin Brüksel’de böyle bir etkinlik yapmıyorsunuz” diye sorunca susmayı yeğler. 2 yıl sonra da olsa 8 Haziran’da Lütfü Gültekin’in “42. Sanat Yılı” Belçikalı ve Türk sanatçıların ortak konseri ile kutlanır. Salonun yüzde 90’ı Belçikalıdır. Biz Türkler yanı başımızdaki türkülerin efendisini 42. yılında da fark etmeyiz maalesef.

Türkiye’den ünlü bağlama ustası Cengiz Özkan’ın yanı sıra oğlu Emre Gültekin, Cumali ile aralarında Wouter Vandenabeele, Vardan Hovanissian, Raphael Decock, Thomas Baete ve Véronique Gillet’in de olduğu Belçikalı sanatçılar farklı enstrümanlarla konserde yer aldı. Konserin sürprizi ise Lütfü Gültekin’in 6 yaşındaki torunu Eser’in dedesinin eserlerinden “Vakti Seherde”yi sahnede seslendirmesi olur. Gültekin sadece oğullarına değil, torunlarına da türkü mirası bırakır ama siz görmezsiniz. Konser aynı zamanda Lütfü Gültekin’in müzik yaşamı hakkında çekimi devam eden “Bir Sürgün, Bir Sığınak, Bir Ozan” adlı bir belgeselin de parçasıdır. Her ne kadar 42. sanat yılından sonra daha sakin bir yaşam sürmeye niyetlense de Gültekin’in yarım kalmış onlarca şiiri ve bestesi vardır. Ömrü yettiğince tamamlamaya devam edecektir.

Gülten Akın’
ın “Kimselerin vakti yok, durup da ince şeyleri anlamaya...” dizelerini doğrulayıp konseri yarıda terk etmek zorunda kalırsın. Kuliste hoşça kal derken gözlerine bakarsın, mütevazılaştıkça devleştiğini fark edersin. Yıllardır tanıdığın sanatçı hakkında yıllar önce “Bir Pınardır Türküler” diye bir Pazar Yazısı dışında kalem oynatmadığını anımsarsın, utanırsın. Brüksel’deki Taksim Dayanışma eylemlerini yazmak üzere, oturduğun halde klavyenin Brüksel’ın Mahzuni’sini, türkülerin efendisini, Lütfü Gültekin’i yazdığını görürsün!