Cumhurbaşkanı Gül ile Başbakan Erdoğan’ın Suriye’deki rejime dönük açıklamalarının sertleşmesi bizce, Türkiye’nin artık çok ciddi şekilde taraf olduğu bu sorun karşısındaki çaresizliğini dışa vuruyor. Uluslararası camianın somut bir şekilde harekete geçmesinin Ankara’daki temel bir beklenti olduğunu ise Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun sözlerinden biliyoruz.

Ancak Cumhurbaşkanı Gül’ün Tunus’taki açıklamalarından, “uluslararası camiadan” Suriye konusunda hareket bekleyen Ankara’nın bu konuda yine de bazı çekinceleri olduğunu görüyoruz.

Gül’ün, “Bölgenin dışındaki güçlerin bölgeye gelmesini doğru bulmuyoruz... İstismara çok açıktır ve bunlarla ilgili çok şey söz konusu olacaktır. Bölgenin kendisinin bunu üstlenmesi daha doğru olacaktır” sözleri bunu ortaya koyuyor.
Burada “bölgenin dışındaki güçlerden” kuşkusuz ABD ve Avrupalı ülkeler kastediliyor. Ancak mevcut görüntüye bakıldığında, Batılı hiçbir ülkenin Suriye’ye askeri açıdan bulaşma konusunda hevesli olmadığı görülüyor. Türkiye’de bazı kesimlerce yayılmaya çalışılan “Batı tazı gibi buraya da atlamaya hazır” algısının ise hiçbir dayanağı yok.
Türkiye’nin Suriye’ye müdahale etmesi için sürekli teşvik ediliyor olması da zaten Batı’nın bu sorun karşısındaki çaresizliğini ortaya koyuyor. Uluslararası hareketsizlik karşısında Suriye de -Rusya ve İran desteği ile- “Bosna yolunda” ilerlemeye devam ediyor.

Sonuçta Beşar el Esad, ister Batılı, ister bölgesel olsun hiçbir gücün kendisine karşı müdahale etmeyeceğini bu aşamada anladı. Sırtını da, Gül’ün ifadesiyle, “bölgesel olmayan bir güce” yani Rusya’ya dayadığı için özgüveni var.
Bu nedenle Türkiye’nin ve/veya Suudi Arabistan ve Katar gibi güvenlikleri için zaten sırtlarını ABD’ye  dayamış olan Arap ülkelerinin Suriye’ye askeri olarak müdahale etmeleri Washington’u çok memnun ederdi. Ancak bunun olacağı da yok, zira bölgesel ülkelerin bu konuda bir araya gelip gereken ortak iradeyi nasıl sergileyecekleri bir muamma.
Kaldı ki, Gül’ün açıklamalarından Ankara’nın sadece Batı’dan gelen değil, Suriye’ye karşı hiçbir askeri müdahale istemediğini, çözümün, “dış müdahalesiz siyasi çözüm olması” gerektiğine inandığını ortaya koyuyor. Fakat, bırakın askeri müdahaleyi, bu siyasi çözümün bile “bölgenin kendisi tarafından üstlenilmesinin” nasıl olacağı da belli değil.

“Arap Birliği” deseniz, cılız, etkisiz ve kararları ile daha çok BM’nin ve NATO’nun önünü açan bir örgüt olduğunu özellikle Libya olayında gördük. Birliğin, başına insanlığa karşı suçların işlendiği bir ülkeden bir zatı getirerek Suriye’ye gönderdiği -ve daha ilk günden kendi içinde bölünen- “gözlemci heyeti” girişiminin fiyasko ile nasıl sonuçlandığını da gördük.
Öte yandan, kendi içinde mezhep bazında giderek bölünen bir Ortadoğu’da Suriye’ye karşı, ister askeri ister siyasi olsun, herhangi bir bölgesel müdahale de, Gül’ün endişe ettiği türden “istismarlara” açık olmayacak mı? Suudi Arabistan’ın o ülkede ayaklanan Şiileri bastırmak amacıyla “asayişi sağlama” adına Bahreyn’e asker göndermesi, İran ve bölge Şiileri tarafından hâlâ kınanmıyor mu?

Buna karşın Suriye’de Esad yanlısı kitlelerin “bölge dışı bir gücün,” yani Rusya’nın, korumasına sığındıkları, ayrıca Suudi Arabistan karşıtı bir İran’dan destek aldıkları apaçık ortada değil mi?
Bu arada diyelim ki, bölge ülkeleri gereken iradeyi bulup Suriye’ye karşı bir müdahaleye karar verdiler ve Türkiye de buna dahil oldu veya öncülük etti. Bu bölgede herkesi memnun edecek mi? Bazıları daha şimdiden Türkiye’nin “iç işlerine müdahale etmesinden” şikâyet etmiyorlar mı?

Sert ve somut açıklamalarına rağmen Ankara’nın kafasının Suriye’de ne yapılması gerektiği ve bunun kimler tarafından nasıl yapılması gerektiği konusunda biraz karışık olduğu görülüyor. Yakın tarih ise başkaları konuşurken, Bosna ve Kosova’daki Müslümanların sonunda kimlerin müdahalesi sayesinde yok olmaktan kurtulduklarını ortaya koyuyor.

(Milliyet)