Hafta sonu Mizan Hukukçular Gurubu’yla birlikteydim. Demokrat hukukçuların buluştuğu, özellikle genç avukatların mesleki performanslarını destekleyici bir yapısı var grubun. Yeni ve sivil anayasa ile ilgili çalışmaları var. Kadın meslektaşlarımızın sorunlarını dinleme, akademik kariyer yapan araştırmacıların yeni ufuklarını takip etme insanı enerjiyle dolduruyor... Lakin toplantıya katılan farklı gruplardan genç avukatlarla konuşurken, güncel sıkıntılarla da yüzleştik... TBMM’nin tarihinde, en çok sayıda hukukçunun vekil olarak görev yaptığına dikkat çekiyor genç avukatlar... Kamuoyunda “arabuluculuk” olarak yankı bulan konu hakkında ciddi eleştirileri var...

Bu konuda AB’ye uyum çerçevesi kadar, adliyelerdeki mevcut iş yükü de dikkat çekici bir yoğunlukta... Arabuluculuk konusunda CHP’nin klasik muhalefetinin dışında olan kesimlerden de ciddi karamsarlıklar dillendiriliyor.

Alacaklar konusunda avukatlara değil de mafyaya giderek, kısa(!) yoldan tazmin yolunu seçenlerin hiç de azımsanmayacak sayıda olduğunu biliyoruz... Peki kimdir bu arabulucular? Üniversite mezunu olmaları, onları adaletin “bağımsızlık” ve “açıklık” ilkesini atlatmalarını normalleştirir mi? Gerçi “arabuluculuk” yanı sıra, normal yargısal sürecin de devam edeceğini söylüyor tasarı... Ama hak arama kavramının, objektif bir usulü olmalıdır, özel hizmetlere tevdi edilirse hak arayış... Bu “kapalılık”tan, sadece avukatlar değil, taraflar da zarar görecektir. Sadece avukatlık mesleğinin itibar kaybetmesi değildir eleştiri konusu... Alacak hadisesinde “mafya”yı hangi sebeplerle eleştiriyorsak, aynı eleştiriler “arabuluculuk” konusunda da ikame edilecek cinstendir. Arabulucular, mafyanın resmiyet kazanmış haline dönüşme tehlikesini daha en başından barındırıyor... Hükümet kanadı, arabuluculuk mevzusunun ABD’de de uygulandığından bahsediyorlar. Ama ABD’de arabuluculuk, özel kişilerin verdiği bir hizmet değildir, savcılık bürosunun takip ettiği bir yöntemdir. Adalet Bakanlığı’nın avukatların dile getirdiği bu soruna kulak vermesi gerekiyor...

***

Diğer konu ise “Mahkemesi Adalet Projesi” adı verilen genel çerçevenin içindeki Çek Yasasında yapılan değişiklikler. Yasa Taslağına göre; 1- Karşılıksız çek verme suçu ortadan kalkıyor. 2- 3167 ve 5941 sayılı kanunlara göre açılmış tüm davalar düşüyor. 3- İnfazlar son bulup, hapistekiler tahliye edilecek. 4- İlamsız takiplerde alacağınız; 886.50 TL altındaysa, doğrudan icraya başvuramayacaksınız... Gazete ve televizyonlarda yapılan yayınlar aracılığıyla, karşılıksız çek yüzünden hapishanelere düşmüş insanların dramları anlatılıyor... İntiharlar, boşanmalar, toplumsal itibar kayıpları... Her birisi de cidden dramatik ve vicdan sızlatıcı... Ama alacağını alamayanların yaşadığı dramlar da bunlardan farklı değil... TOBB ve MÜSİAD’ın, karşılıksız çek’i suç olmaktan çıkaran yasayı hararetle desteklediklerini de okuduk... Ama bu ülkede sadece büyük işadamları yaşamıyor. Yani 500 TL, 800 TL cidden önemli bir meblağdır pek çoğumuz için... Büyük işadamları için belki komik gelen bu rakamların şimdi icra yoluyla takip edilemeyeceği sonucu, hiç mi vicdanları sızlatmayacaktır?

Borç vermek, darda kalmış kişiye yardımcı olmak bizim güçlü toplumsal geleneklerimiz arasındadır. Ama bunun hukukun güvencesinde işlemesi gerekmez mi? Televizyon kanallarına çıkıp, karşılıksız çek yüzünden hapis yattığını, adeta hakkı gasp edilmiş bir fikir suçlusuymuşçasına meydan okuyarak, hak sorarak anlatanlara hayret ediyor insan... Ya onların karşılıksız çekleri yüzünden, hayatları sönen alacaklılar ne yapsın? Ne sihirdir ne keramet, el çabukluğu marifet cinsinden yapılan uyum değişiklikleri, insanları birbirine borç vermez hala getirecek... Siz siz olun, kimseye bin TL’nin altında borç vermeyin, yoksa üstüne dayak yemediğinizle kalırsınız...